30 Ekim'e dair…
İrfan Topçu'nun kaleminden...
31 Ekim 2011 Pazartesi 10:49
Domaniç Yaylaları’ndan dörtnala koşan akıncının atı, toynaklarını toprağa vurdukça çıkan her ses; bir zafer müjdesi olarak Kars’a, Kurtuluş Savaşı veren evlatlarına, tarih içerisinden süzülerek geliyordu... Adının ne ya da kim olduğunu bilmediğimiz Türk’ün bu yiğit neferine, tarih “Mehmet” adını vermişti... Askerin savaş telaşına kapıldığı o mukaddes günde, tarihin derinliklerinden gelen bu müjdeli haberi Karabekir Paşa almış olacak ki; zafere inancı mutlaktı.
Haberci bunun gibi müjdeli haberleri, ordularının eşsiz komutanlarına ilk kez getirmiyordu... Mete’nin savaş hazırlıklarında atalarının zafer dualarını taşıyan askerlerden, Mustafa Kemal’e, bu haberi getiren asker aynı askerdi; adı Mehmet’ti...
Hangi yıl ya da nerede yaşadığı değil, getirdiği haber önemliydi; elbette ki taşıdığı haber, zafer müjdesiydi.
Tarihin bilinmez dönemlerinden bu güne kadar, Türk askerine çağları ve mekânları aşan zafer müjdesi taşıma görevini verenin kimliğini bilemezsek bile, ilahi bir haberci olduğu, getirdiği müjdeli haberlerin ardından alınan zaferlerden anlaşılmaktaydı...
Satuk Buğra’nın zaferlerine müjde getiren de bu Mehmet’ti; Malazgirt’te Alparslan’a, atalarının bütün savaş taktiklerini aynı hızla yetiştirmiş, Türk’ün insanlık tarihine kattığı değerlere bir yenisini ekleyeceği inancı ile ilahi bir müjdeyi, zafer müjdesini getiren bu yağız delikanlı -bir su içimi kadar bile soluklanmadan- yeni bir zafer müjdecisi olarak, Malazgirt’ten tarihin gelecek yıllarına bir melek gibi uçmaya başlamıştı…
Haberci; Anı’da savaşan komutanla, İzmit’te savaşan komutana aynı zafer müjdesini götürmemiş miydi? Bursa’ya, Orhan Gazi’ye taşıdığı haberle, Kosova’ya Sultan Murat’a taşıdığı haber hep aynı değil miydi?
İstanbul’un surlarına dayanan mukaddes Türk ordusunun tadacağı zafer müjdesini getirirken, daha da bir heyecanı vardı… Bu müjde, insanlık tarihinin en şereflisi tarafından gönderilen bir müjdeydi… Müjde Fetih sahibine götürdüğünde, habercinin kalbi yerinden fırlayacak gibiydi; Türk ordusunun müjdelenişini bilmek ve bu haberi taşımak kime heyecan vermezdi ki? Elbette ona da heyecan vermişti.
Müjdecinin getirdiği haberler, padişahların ya da komutanların vurdumduymaz halleri, şımarık tavırları ve Türk’e yüz çevirmeleri sebebiyle kesildiği asırlarda, kaybedilen savaşlardan ders alamayan liderler; Türk milletinin çektiği acıyı göremeyen zavallılar olarak tarihteki yerini aldığında, biz balkanları çoktan kaybetmiş, Çanakkale’de varlık-yokluk mücadelesine girmiştik…
Karabekir Paşa müjdeciyi defalarca görmüştü, nice savaşlarda nice zafer müjdeleri almıştı. Aynı müjdeyi Çanakkale de Mustafa Kemal de almıştı, Türk milletine inancı ve engin tarih bilgisiyle müjdecinin haberi ve ecdat duasıyla, biz Çanakkale’de de kazandık. Kars’ta kazandığımız gibi…
Müjdeci; Anadolu Türklüğüne, Çanakkale’den Kars’a zafer müjdesi taşıdığında, askerin ve halkın Karabekir Paşa’ya güvenini gördükçe, keyfine keyif katmakta idi… Her ne kadar bağımsızlık savaşına inanmayan, mandacı ruha sahip insanları görse de, “çocuğunun kundak bezini bile askerin yaralarını sarmak için cepheye gönderen anneleri” gördükçe, huzuruna huzur katıyordu.
Ölüme meydan okuyan adaşlarının, Mehmetlerin; her birini Ulubatlı Hasan, Yamtar, Boğaç gibi birer inanç abidesi olduğunu gördükçe, taşıdığı zafer müjdesinin boşuna olmadığını daha iyi anlıyordu...
Ulu Komutanın, Kazım Karabekir Paşa’nın, aziz memleketimiz, Türkün serhat şehri Karsımıza, kurtuluş günü olarak armağan ettiği, Türk Ordusunun ve Milletinin varlık-yokluk mücadelesi verdiği o günde, daha önceden de defalarca gördüğü müjdeciyi yeniden görmesi; Allah’a ve Milletine olan inancının bir tezahürüydü... Ancak, böylesine müstesna bir yüreğe sahip insanlar bu müjdeciyi görebilirdi! O’da gördü... 30 Ekim; Türk’ün tarih bilgisi, yeniden ayağa kalkışı, Allahın bu millete keremi ve yenilmezliğin bir belgesidir.
Tarihin her dönemecinde, milletinin mutluluklarını gök kubbeden huzurla izleyen müjdeci; Otuz ekimi, takip eden yıllarda kimi keyifli, kimi hüzünlü geçilen günlerin ardından, bu aralar sanki biraz keder içerisinde... Kutlu müjdeleri götürdüğü Türk Devleti’ni idare edenlerin yerinde olanlar, o makamlarda oturanlar; tarihten bihaber, gelecek asırları idrakten yoksun, aklını ve merhametini milletten esirgemiş, ecdadının ruhunu sızlatan bir haldeler!
Tarihe savaşı öğretmiş ordu, eşsiz komutanlar ardında destanlar yazan ordu; başına çuval geçirilmiş, çağları açıp kapama yerine terörle baş edemez olmuştu!
Şehitlerinin manevi şahsiyetleri hırpalanmış, gazileri sahipsiz kalmış, Türk Milleti geleceğe umutla bakamaz olmuştu!
Müjdeci, gök kubbeden gözyaşlarını Türk Yurduna akıtırken, Yaradan’a duası şu olsa gerek: “Ya Rabbi, Türk Milletine yeniden kutlu zaferlerin müjdesini götüreceğim günleri yarat…”
Otuz Ekim kutlu olsun…