Annemle Hasbihal
İbrahim ÇAPAN'ın kaleminden...
08 Mayıs 2014 Perşembe 17:49

Beş yıl önceydi.
Zamansız terk edildim.
Zamansız terk edildim anne.
Bugün “ Anneler Günü “ anne. Elini öpemedim. Saçlarımı okşayarak : “ Ömrün uzun olsun balam, ayağın daşa değmesin “ diyemedin; ama ben, demişsin gibi kabul ettim. Ben ise boş gelmedim sana anne. Yaşarken almış olduğum “ Anneler Günü “ hediyelerinin hepsini kıskandıracak, Fâtiha ile geldim. Fâtiha armağan ettim ruhuna. Umarım “ cennet anaların ayakları altındadır. “ Hâdis-i Şerif’in sahibi Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa ( s.a.v. ) komşuluğuna kabul etmiştir seni.
İlk söylendiği kadar tazeliğini muhafaza eden bir mânide ne güzel tercüme edilmiş duygularımız :
“ Ana başa taç imiş
Her derde derman imiş
Bir evlâd pîr olsa da
Anaya muhtaç imiş. “
“ Anne “ derken dilim titriyor. Dilimi titretiyorsun anne. Demek ki kırkımdan sonra daha ihtiyacım varmış sana. Rüyâlarımda buluşup, rüyâlarımda dertleşiyorum seninle. Bir de Bahtiyar Vahapzâde’nin mısralarına sığınıyorum :
“ ………………..
Ne tez ellerini üzdün dünyadan
Balanı teh goyup haraya geddin ?
Nece yoh olurmuş bir anda insan
Sanki bu dünyada heç yoh imişsen
Sen mene beşihde laylay çalıpsan
Böyün laylay çalsam men de mi ?
Senin şirin şirin laylaylarını
Sana gaytarım cenezende mi ?
“ Yuhun şirin olsun “ deyirdim mana
“ Yuhun şirin olsun “ deyim mi sana
Gereh men başına derem dolanam
Meni hayat için hep uyutan anam. “
Doğum ile ölüm arasındaki ezgiyi annem kadar terazinin kefesinde tartabilen çok nadir insan vardır. Tahta beşikte uyutmaya çalışırken söylediği “ laylay “ lar iç kulağıma en büyük mirastır.
“ Laylay dedim yatasan
Gızıl küne batasan
Gızl kün kölgen olsun
Kölgesinde yatasan “
Sadece uyurken değil, ben hep annemin gölgesinde gölgelendim.
Her bayram namazından sonra ilk ziyaret ettiğimiz mekândı Asrî Mezarlık. Ebedî istirahathanelerine uğurlanan yakınlarımızın kabirleri başında, kendine münhâsır söyleyiş tarzıyla “ bayatılar “ bulutları bile hislendirecek kadar dokunaklıydı. “ Laylayları “ ve “ bayatıları “ annemle bütünleşen ikiz kardeşleri gibiydiler. Özellikle Hüseyin dayımın kabrinde “ gardaş “ deyip toprağa sarılışı toprağı bile titretirdi. Bu bayram kutlama seramonisi hiçbir film karesine sığamayacak nitelik taşımaktaydı.
“ Âşıh, gar daşa tüşer,
Yağar gar, daşa tüşer,
Gardaşın müşkil işi,
Gene gardaşa tüşer. “
Sana da “ bayatı “ yakıldı anne. Taziyene gelen kadınların, nefeslerini kesen, kanlarını donduran teyzemin “ bacı “ diye seslenişidir sana anne:
“ İstanbul ile Gars’ın arası
Ciğerimde var hançer yarası
Dediler ki bacın hasta
Yandı iki dalımın arası . “
Keşke ölmeseydin de birkaç dakika geç kaldığımda : “ Harda galdın ay oğul, demirsen mi sagat bir anam var. Sen de pıhtın ele “ sitemlerini tekrar tekrar dinleseydim. Senin de bilmediğin bir şey vardı anne; sana “ sakatlığı “ hiç yakıştıramadık ki.
Keşke ölmeseydin de bir yudum su içebilmek için okul dönüşümü bekleseydin. Saniyelerimi sayıp, kulağını anahtar sesine ipotek ettirseydin.
Keşke ölmeseydin de kendi ellerimle banyonu yaptırsaydım. Hatırlar mısın ilk zamanlar, her banyo yaptırdığım da hıçkıra hıçkıra ağlardın: “ Son zamanlarım da başına belâ oldum balam “ der, benim de gizli gizli ağlamama sebep olurdun. Ağlamamın sebebi sana hizmet etmek değil, hizmetimin seni incitmesiydi anne. Utandığını da hissediyordum; ama sen benim anamdın. Bir türlü suyun sıcaklığını tutturamazdım. Benim ılık dediğim suya, sıcak diye hep itiraz ederdin. “ Sıcak değil, ılık su “ dediğimde suçlu bir çocuk gibi susuverirdin hemen. Şimdi daha iyi anlıyorum anne. Derin de hassaslaşmıştı değil mi ?
Keşke ölmeseydin de piknik tüpünü yanına getirip, yattığın yerde süzme üzümlü pilavını birlikte yapsaydık. Seni incitmemek için tepkimi saklamaya çalışırdım; ama sabrımı sınıyor olmalıydın. Belki yüz kere ismimi zikretmenin yanı sıra, yemek malzemelerini teker teker istemen; bir komutan edâsıyla ard arda emirler yağdırman yok muydu ? Onlar da özlemlerim arasında sabitleşti bilesin anne.
Keşke ölmeseydin de doktorların koymuş olduğu sigara yasağını birlikte delseydik. Her ne kadar saklamaya çalıştıysan da komşu kadınlara gizli gizli sigara aldırdığını da biliyordum. Ki komşu kadınlara yemin ettirip: “ Amandı ha, hocaya demiyesiniz “ tembihlerini de biliyordum. Sigara içmene karşı çıkmamın tek sebebi, sana veriş olduğu zarardan başka bir şey değildi. Vücudun, sana zarar verecek hiçbir şeyi kabul etmiyordu anne.
Keşke ölmeseydin de hafta sonları erken kalkıp, sıcak sıcak lavaş alıp gelseydim. Çok sevdiğin acılı sucuğu lavaşın arasına koyup, dürüm yapıp yedirseydim. “ Birin min olsun balam,yuttuğun altın olsun “ derdin. Dualarına memnun olmuyor değildim; ama senin isteklerini yerine getirmenin hazzını tanımlamak mümkün değildi. Yemek konusundaki tavizlerimden dolayı azar işitmediğim doktor kalmamıştı. Bunların hiçbirinden haberin yoktu anne.
Necip Fazıl Kısakürek’in babası öldüğünde teselli bâbından yalan konuşmuş akraba kadınları. Babasını göremeyince çocuk Necip fazıl sorar :
“ Eve dönmez bir akşam;
Ve gün yüzlü çocuğu
Sorar : Nerede babam?
Bakarlar, oldu, bitti;
Gelir derler, çocuğa
Baban ataya gitti.
Uzar gider bu atta;
Ve neler neler olmaz
Ve kim bilir ve hatta,
Bir mahşer gerisinde;
Babası döner bir gün,
Oğlunun derisinde… “
Anne, “ atta “ giden babam, daha dönmedi. “ Atta “ yı çok sevmiş olmalı.
Necip Fazıl’dan sonra İkinci Yeni Şiiri’nin dev sanatçısı Cemal Süreya karşıma çıktı. Koca şair apar topar sormaz mı?
“ Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum. “
Babam öldüğünde gözlerim kör olmadı; çünkü sırtımı yaslayacak dağ gibi anam vardı. Kendi ellerimle seni toprağa emanet ettiğim gün beş duyu organım hassasiyetini yitirdi. Geriye kalan kısımlarına mantığım hükmetti anne. İlk kez Cahit Sıtkı Tarancı’ya hak verdim. Öldüğünü kabullenemediğim o günler de : “ Suyun insanı nasıl boğduğunu, ateşin insanı nasıl yaktığını çok iyi anladım.” Cahit Sıtkı, seni haklı kılmam için meğerse annemin ölmesi lazımmış. ( ! )
Günde beş vakit ettiğin duaların kabul gördü anne: “ Ele avuca düşmeden, kimseye muhtaç olmadan, yatağa saldığın üçüncü gün canımı al Yarabbi “ dedin. Yatağa mahkûmiyetinin üçüncü gününü doldurmadan; iki buçuk gün sonra randevunu kaçırmadın Azrail ile anne. “ Cellâdına gülümseyen “ idâm mahkûmu gibi gülümsedi Azrail’e. Ellerinle çağırdın yanı başına. Yüzün soldu, bembeyaz oluverdi dişlerin. Helâlleşme telâşı yaşamadım anne; çünkü defalarca helâlleşmiştik. Sende hakkım olmamasına rağmen, son zamanlarda hep helâlleşirdin anne. Yine de bir kez daha “ hakkını helâl et “ anne.
Keşke ölmeseydin de…
Bazen keşkeler kifâyetsiz ve güçsüz kalır. Mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’in;Enbıyâ ( 21/35 ), Ankebût ( 29/ 57 ) ve Al-i İmran ( 3 / 33 ) sûrelerinin âyetlerinde : “ Kullu nefsin zâikatul mevt ( mevti ), veinnemâ tuvevffevne ucûrekum yevmel kıyamet ( kıyâmeti ), fe men zuhziha anin nâri ve uhhılel cennete fek ad fâz ( fâze ) ve mâl hâyâtud dünyâ illâ metâul gurûr ( gurûri ) ( Herkes ölümü tadacaktır; yaptıklarınızın karşılığı size eksiksiz olarak ancak kıyamet gününde verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılır da cennete konursa artık kurtulmuştur. Dünya hayatı aldatıcı şeylerden ibârettir. ) Âyet-i Kerim ve meâli rahatlattı beni.
Bahar gelmemişti henüz. Ağaçlar çiçek açmamıştı. Bulutlar griler giyinmişti. Telâşlıydılar. Koca bir mevsim toprağı rehin alan kar, dağlardan inmemişti henüz. Ayaz vardı, yel okşuyordu yanaklarımızı, üşüyordu toprak. Toprağı avuçladım, okşadım toprağını. Ayaz yemişti mevsim boyunca toprağın. Soğuktu anne.
Bir gün mutlaka buluşacağız. Her ne kadar saçarlıma yıldızlar düşmüş olsa da çok kilo almış olsam da birbirimizi kokumuzdan tanıyacağız.
Kırk gün boyunca dağıtılan kıyafetlerinden Ankara’dan aldığım kahve, siyah benekli hırkanı hatıram ettim, sen kokuyorsun diye.
Beş duyuma tanıttığım kokuna, beynimin bütün hücreleri saygı duyuyor.
Anne kokarsın anne, tarifi tanımsızdır bu kokunun. Kozmetik dünyasının da eli kolu bağlıdır bu koku karşında. Hüznümün beyaz, neşemin siyah yanıdır kokun. Gözümdeki nem, ruhumu doyuran dualarındır kokun. Kokunda saklısın anne. Manevî nüfus cüzdanımdır kokun anne. Kırkımdan sonra kokunun peşindeyim anne. Kırkımdan sonra sana muhtacım anne. Burnumun dirediği titrediğinde, titremeyi önleyen tek kokudur, kokun anne.
Türkçe konuşmasına hayran olduğun : “ Ne gözel danışır bu kişi “ dediğin Yavuz Bülent Bâkîler’in mısralarıyla “ Anneler Günü “ nü kutluyorum.
“ Bizim türkümüzde gurbet artık
Hasret var, yürek var, toprak var balam
Gönlümüzü sımsıcak alan topraklar
Tanrı Dağları’na doğru bismillâhlarla uzar
Kim demiş vatanımız Edirne’den Kars’a kadar.”