Ethem Sancak Kars'ta
Ethem Sancak’tan Yeni Dünya ve Yeni Türkiye konferansı...
03 Haziran 2013 Pazartesi 10:32

Kars Emniyet Müdürlüğü ve Kafkas Üniversitesi (KAÜ) işbirliği ile Ethem Sancak tarafından “Yeni Dünya ve Yeni Türkiye” konulu konferans düzenlendi.
Modern Bilimin kuruluşunda İslam medeniyetini tüm dünyaya tanıtan Fuat Sezgin İslam ve Bilim Tarihi Araştırmaları Vakfının Yönetim Kurulu Başkanı ve Hedef Alliance Yönetim Kurulu Başkanlığı gibi birçok yönetim kurulları başkanlığı da görevlerini sürdüren ve Türkiye’nin en büyük ecza depolarından birine sahip Ethem Sancak, Kafkas Üniversitesi’nde Karslılarla buluştu.
Prof. Dr. Necdet Leloğlu Salonunda düzenlenen konferansa, KAÜ Rektörü Prof.Dr. Sami Özcan, Emniyet Müdürü Ercan Çakmak, İl Jandarma Alay Komutanı Albay Osman Uçar, AK Parti Kars İl Başkanı Ensar Erdoğdu, Vali Eyüp Tepe’nin eşi Emine Tepe, Emniyet Personeli öğrenciler ve Sancak’ın meslektaşı olan bazı Karslı eczacılar katıldı.
Emniyet Müdürü Ercan Çakmak’ın daveti üzerine Kars’a gelen Sancak, konferansa ev sahipliği yaptığı için Rektör Prof. Dr. Sami Özcan’a da teşekkür etti. Ercan Çakmak’ın Kars’a atadıktan sonra her zaman Kars’ı düşündüğünü belirten Sancak, Müdür Çakmak’ın birçok defa Kafkas Üniversitesi öğrencileri ile bir konferansta hasbihal etmesini istediğini söyledi.
UYGARLIK KUŞUNU KAYBETTİK
Konferansta tarih bilincinin, tarihi algılamanın ve okumanın önemine değinen Sancak, Türklerin Orta Asya’da koparak Anadolu topraklarını yurt edindiklerini hatırlattı. Türklerin 8!inci yüzyılda İslamiyeti kabul etmelerinden bu güne kadar Avrupalıların türlü oyunlarıyla uygarlık kuşunu kaybettiklerini iddia etti.
İnsanın tarih bilincine vakıf olduğu zaman insanlığın, toplumların, şirketlerin ve hata bireylerin nereye gittiğini objektif bir biçimde algılayıp tahlil edebildiklerine dikkat çeken Sancak, “Tarih insana bir algı ve tahlil yeteneği veriyor. Okumak başlı başına bir silahtır. İlk ilahi emir de ‘Oku’ dur. Bizlerde bu emre uyarak bu medeniyeti çok kısa bir zamanda insanlığa ışık tutan ilahi bir takdirin sonucu olarak Türklerin 8’yüzyılda anavatanlarından koparak çıktıkları büyük yolculukta İslam ile tanışmalarıyla başladı. Türkler, böylece İslam da ki adalet ve merhamet duygusunu içselleştirdiler. Kendilerinde farklılıklarla birleşebilme yeteneklerini oluşturdular. Ve bin yıl boyunca bu yetenekle beraber çevrelerinde 72 buçuk kavimle birleşerek birlikte yaşadılar.” dedi.
OSMANLI DEVLETİ, 600 YIL BOYUNCA İNSANLIĞA IŞIK TUTARAK UYGARLIĞIN MERKEZİ OLDU
Türklerin çapulcu Moğolların çapulcu saldırılarını durdurduğu gibi Selçuklular ve Eyyubilerin de Haçlıları durdurduklarını da kaydeden Sancak: “Büyük Selçuklu İmparatorluğu kurulana kadar Türkler organize yeteneklerinden hareketle Göktürk, Uygur İmparatorlukları ve Karahan Devleti gibi kavmi devletler inşa etmişlerdir ama Selçuklu İmparatorluğu’yla beraber kendilerinin dışındaki 72 kavimle birleşebilmeyi öğrendiler. Bu imparatorluk insanlığa büyük hizmetlerde bulunuyor ve sonra arkasından Türkler köle olarak gittiği topraklarda Büyük Kölemen İmparatorluğu inşa ettiler. O da çok kavimli bir imparatorluktu ve ona yine Türkler önderlik ediyordu ve onlar Moğol gibi bir çapulcu saldırıyı durdurdular, alt ettiler ve insanlığı büyük bir beladan kurtardılar. 400 yıl hüküm sürdüler ve insanlığa çok büyük hizmetleri oldu. Selçuklular Eyyubiler ile beraber insanlığın bir başka belası olan haçlıları durdurdular. Haçlılar Moğollar ve Haçlılar uygarlık yıkıcılığı için çalışıyor zaman zaman da iş birliği yapıyorlardı Türk kökenli imparatorluklara karşı.” Dedi.
UYGARLIK KUŞUNU KAYBETTİK
Osmanlı Devleti’ni 600 yıl boyunca insanlığa ışık tutarak uygarlığın merkezi olduğuna da dikkat çeken Sancak konferansına şu sözlerle devam etti. “İçiçe geçmişlikleri de hesap edersek, uygarlığın merkezi ve anavatanıydı Osmanlı. Uygarlığın merkezi, sanatı, bilimi yani kısacası beyni bizdik. Çeşitli nedenlerden dolayı biz bu uygarlığı 1699’da Karlosça’dan sonra yenilerek, uygarlığın kuşunu elimizden kaçırdık. Yaklaşık 300 yıl boyunca uygarlıktan yoksul, güdülen bir kimliğe girmiştik biz. Uygarlık yapıcıları değil, uygarlık taklitçisi bir şekle bürünmüştük. Bizimle beraber bütün İslam dünyası bu yeteneğini yitirmişti. Yenilgilerden başımızı kaldıramadık. Bilimi kopyalayarak ve taklit ederek almaya çalıştık. Bilgi üretme mekanizmasının tamamen yok olduğu ve bilgi üretemediğimiz bir pasif topluma dönüşmüştük. Bence özetle geçmiş bin yılımız böyle değerlendirilebilir. Uygarlık kuşu 300 yıl önce Venedik üzerinden Londra’ya geçti. Daha sonra da Londra’dan New York’a gitti.
BATI BİZİ GEÇMİŞİMİZDEN KOPARMAK İÇİN CİDDİ PARADİGMALAR ÜRETTİ
Batı 300 yıl önce uygarlık merkezi haline gelince tarihi ters düz etti. Bizi şaşırtmak ve geçmişimizden kopartmak için ciddi palavra paradigmalar üretti ve bize sattı. Bizde bu paradigma dolmalarını yuttuk. Bunlardan bir tanesi İslam’ın bilim düşmanlığı olması paradigmasıydı. Bir tanesi de İslam’ın insan düşmanı ve demokratikleşme ile bağdaşmayan bir öğreti olduğu paradigmasıyıdı. Bir tanesi de İslam’ın kadın düşmanı olduğu paradigmasıydı. Bu paradigmaları kendileri savunmakla kalmadılar, bize de bunları kabul ettirdiler ve bunları 300 yıllık bir mimari süreçte gerçekleştirdiler.
SULTAN ABDÜLMECİT’İ BATI KÜLTÜRÜ TAKLİT ETTİ
Gerileme dönemi sıkıntılarını çeken Osmanlı Hanedanlığı yaşça büyük diye tahta geçmiş Abdülmecit’i batı kültürü taklit etme hareketine geçti. Bu zaman zaman İngilizlere, zaman zaman Fransızlara satan iki ruhunu satmış sadrazamla ve tamamen bir kültürel taklitçiliğe başladı. Yaşça kendisinden küçük Abdulaziz buna itiraz etti. Bu doğru değildi ve bu kültürle bizi parçalayacaklardı. Biz farklı kültüre sahibiz, bizim medeniyetimiz farklı. Biz onlardan fenni ve bilimi alalım tamam ama kültürümüzü muhafaza edelim. Yaşça küçük olduğu için sıra onda değildi ve olamadı. Abdulmeçit’in önderliğinde saltanatı dönemi boyunca batıyı taklit eden ne kadar kurum varsa içselleştirdik ve bunları aydınlanma ve medeniyet adına yaptık. Sonradan Cumhuriyetin kazanımları diye bize anlatılan çoğu şey aslında cumhuriyetten çok önce benimsenmiş, içselleştirilmiş ve üst yapının temel taşları haline getirilmiştir. Abdulhamit ölünce ve yerine geçen Abdulaziz süreci ters düz etmeye kalktı. Fen ve bilime yüklenmek üzere bir program yaptı. Ciddi bir teknoloji transferi süreci başlattı fakat bu padişahı bir darbeyle yok ettiler. 2 bileğini kestiler ve intihar süsü verdiler. Gerçeği anlatanlar böyle bir intihatın mümkün olmadığını ve bu büyük padişahın ölmemek için 8 saat direndiği, çok güçlü ve iyi bir pehlivan olduğu için kendi katilleriyle 8 saat boyunca vuruştuğu biliniyor. Saltanatı 2-3 yıl süren Abdulaziz’i yok ettiler.
BATI, 300 YIL BOYUNCA BİZİ TARİHİMİZDEN KOPARDI
300 yıl boyunca bu gerileme dönemimin sorunu olarak batılılar bizim tarihimizden kopmamız için, bizim için imal ettikleri paradigmaları yutmamız için her türlü tezgahı kurdular. Batı dünyası bu konuda sadece bizim için değil tüm İslam dünyası için ne yazık ki başarılı oldu. 10’uncu yüz yılın dünyasına kentleşme açısından baktığımızda kent insan denilen varlığın ulaşabildiği en üst uygarlık seviyesidir. Kent önemli bir ölçüdür, batı ve merkezi tarih anlayışı kentleri antik Atina’yla başlatıyor. Bu çok büyük bir palavradır, çünkü kent Atina’dan bin yıl önce bu topraklar da var olmuştur. Sümer, Hitit gibi sayılabilecek onlarca medeniyetle kentin doğudan çıktığı bir gerçektir ama bakın batılıların bize yutturduğu ve şu anda da okullarımızda okutulan tarihe kent ve demokrasi antik yunanla buluştu. Hadi kentimiz insanlığın en üst aşaması olarak görülsün zaten bizim medeniyetimizde budur. Bizim medeniyetimizin ilahi ve haberi peygamberin diğer ismi medenidir. Ve İslam öğretisi de medenidir. İslam öğretisi bir kendiliktir, kendilik öğretisidir. Hz peygamber Mekke’den göç ederek Medine’ye geliyor bir kır kasabası olan Yesbir’i Medine’ye dönüştürüyor. Kente dönüştürüyor, kent planlarını bizzat kendi çiziyor. Ve Medine demek terminolojide de kent demektir. Medeniyetlilik de oradan çıkıyor. Medeniyetlilik uygarlığın ta kendisidir. Kentler açısından bakalım. 10 yüzyılda insanlığın üç büyük kenti uygar insanın üç büyük ülkesi birincisi bir milyon nüfusuyla Bağdat ki Bağdat 700 yılında kuruldu. 700 yılında kurulan İslam şehri dar-ül selam dünyanın üç büyük kenti haline dönüşür. Beyt-ül hükme adında bir akademi var, içinde bir milyon eser var. Ama o kütüphanenin bir prensibi var, herhangi bir bilim adamı bir kitap yazsa ya da tercüme etse o akademiye götürdüğünde karşılığı altınla tartılarak geri ödeniyor. Bilime bu kadar aç ve değer veren bir toplum. Bilimi altın ile satın alıyor. Ve dünyanın en büyük kenti Bağdat’tır. İkinci büyük kenti yine İslam medeniyetinin Avrupa’da yetişen başkenti olan Granada’dır. Buranın nüfusu 5 yüz bindir. Ve çapulcu İzabel ile ve kan içici Ferdinand evlenince burada 4 yüz bin kitabı yok ediyorlar. 6 yüz bin Müslüman’ı katlediyorlar. 4 yüz bin kitabı imha ediyorlar. Bazı okuma yazma bilen civizt papazları o yangından kurtardıkları 100 kitapla getirip papa merkezinde saklıyorlar. 1400 yılarda bunu okuyan batılılar ahlaksızca intihar yaparak, isim zikretmeden o kitapları tercüme ediyorlar. İbni Sina’nın, El Buruni’nin, Harezmi’nin bunların kitaplarını tercüme ediyorlar ve Rönesans çıkıyor. Rönesans öyle antik yunan uzantısı bir şey değil. bizim meselemiz, ve o zaman da inşa ettikleri iki üniversite var. Brezi ve Paris üniversitesi ikisinin de ders müfredatı Kordoba’daki medreseden. Kordoba’daki büyük İslam medresesinin ders müfredatı uygulanıyor. Üçüncü büyük kent Falemo Sicilya’nın Müslüman baş kenti Falemo’dur. Onun nüfusu da 3 yüz bin ve 3 yüz bin de minaresi var. Ve Sicilya büyük bir uygarlık. Romanın nüfusu 50 bin Paris 30 bin Londra’nın nüfusu 30 bin ve buna kır kasaba. Öyle büyük şehir değil, en büyük batı uzantısı Hıristiyan kent ki fethedilmemiş olan Konstantinapolis yani İstanbul. Buranın o yıllar da nüfusu 2 yüz 3 yüz bin olduğu söyleniyor. Bugün açısından bakıldığı zaman sanki tarih ters düz edilmiş. Buna benzer birçok metefor ve benzetme yapabiliriz. Gerçekten son 10 yıla kadar batı büyük üstünlükleri ele geçirmişti, ve 3 yüzyılda uygarlık merkezi orası olmuştur. Önce Londra sonra New York şimdi ise son 10 yılda durum değişti. Konferansımızın da teması bu zaten 10 yıl önce batı sisteminde çok önemli erezyon başladı. Şimdi ise ekonomik kriz olarak nitelendirilen ne zaman biteceği kestirilemeyen derin bir uçuruma düştü batı. Bu bir finanssal kriz gibi görülüyor ama bu tamamen yapısal bir çöküş. Kapitalizm doruklarının sınırlarına geldi.”