Gazetekars

Gandhi Modeli

Kürt politikacı Av. Alınak, “Türkiye hükümetinin 'açılım' çalışmalarının başarıya ulaşacağına inanmadığını, bu nedenle Kürt sorununun çözümü için Kürt tarafının Mahatma Gandhi'yi de aşan sivil itaatsizlik eylemleri gerçekleştirmesi gerektiğini” söyledi.

25 Nisan 2010 / 12:13

Gandhi Modeli

Kürt politikacılar arasında önemli bir isim olan ve Kars bölgesinde gerçekleştirdiği sivil itaatsizlik eylemleriyle öne çıkan Av. Mahmut Alınak, Kürt sorununun, ancak Kürtler'in kararlı tutumuyla çözülebileceğine inanıyor.

“Ben dış telkinlerle ya da düzenin kendisini yeniden organize etme ihtiyacı ile yapılacak yasa değişikliklerinin, Kürtlere bir şey kazandıracağına inanmıyorum” diyen Alınak, Kürt tarafının ciddi bir iç tartışma yürütmesi gerektiğini söylüyor.


“Ses getirecek sivil itaatsizlik eylemlerinin en doğru yöntem olduğunu” savunan Alınak, 'açılım', Anayasa değişikliği ve Kürt siyasetinde tıkanma noktaları konularında AKnews'in sorularını cevaplandırdı.


Politik yaşamınızda önemli çalışmalar yürüttünüz, milletvekilliği yaptınız, bu süre içinde hakkınızda kaç dava açıldı, kaç kez hapse girdiniz?

Eskiden hakkımda açılan davaları bir kenara not alırdım. Ama dava sağanağı sürünce bundan vazgeçtim. Bu nedenle kesin bir sayı veremiyorum. Ama otuzu aşkın dava açıldığını biliyorum. Bu davalardan bazıları sonuçlandı. Şimdilik 8 yılı aşkın ceza verildi. Dosyalar temyiz aşamasında. Geride kalan davaların tümünden de ceza gelecek. Çünkü hakim siyasetin hem ihtiyacı, hem de doğası bunu gerektiriyor. Mahkemelerin görevi statükoyu korumak ve bunun için bize ceza vermektir. Biz de statükoya karşı çıkıyorsak bu bedeli ödemek zorundayız. Hukuk ve adalet beklentisi içine girmemiz hata olur. Bugüne kadar 7 defa hapse girdim. Hapishane yolculuğumuz daha da sürecek.


12 Eylül döneminde de hapis yattınız, o sıralarda okumak da zordu...

Hukuk fakültesini çok sefil şartlarda okudum. İkinci sınıfta iken, birkaç ay Başbakanlık İstatistik Enstitüsü'nde çalıştım. Ama beni işten attılar. Fırın işçisi köylülerimle kalarak, orada burada sürünerek okulu bitirdim. Bir tabak kuru fasulye ile karnımı doyurmak benim için büyük bir lükstü. Günlerce kuru ekmek yediğimi bilirim.


12 Eylül döneminde Erzurum 3 Nolu Askeri Cezaevi'nde yattım. Kars'ta gözaltında ve Erzurum'da askeri hapishanede çok ağır işkenceler gördüm. 80 kişilik koğuşta PKK, Halkın Kurtuluşu ve Dev yol davası sanıkları ile MHP'liler vardı. Bu, askerlerin karıştır, barıştır uygulamasıydı. Avukat olmamdan mıydı, yoksa başka bir nedeni mi vardı bilmiyorum; çok ağır işkence gördüm. Her gün dayak atıyorlardı. İşkence eden askerlerden biri de Diyarbakır Ergani ilçesi Dereboyu köyünden Selahattin Özer adında bir Kürt'tü. Dev yapılı bir gençti. Çok az Türkçe konuşabiliyordu. Beni birkaç copta yere serer ve bununla da gurur duyardı.


Ayrı bir eziyet olsun diye bana ayrıca konuşma yasağı koymuşlardı. Kimseyle konuşamıyordum. Yasaktı. Ellerimiz dizlerimizin üzerinde gün boyu kıpırdamadan öyle durmak zorundaydık. Gözlerimizi kapatamazdık, yoksa işkence ediyorlardı. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi beni MHP'li gençlerden oluşan komüne katmışlardı. O zamanki işkencelerde omurga kemiğim kırıldı. Bana yapılanlara MHP'liler bile ağlıyorlardı.


Bu son dönemlerde hiç tehdit aldınız mı, saldırıya uğradınız mı, bu süre içinde davalar dâhil maddi ve manevi ne tür bir zarara uğradınız?

 

Her dönem, her zaman tehdit aldım ve almaya devam ediyorum. Birçok saldırıya uğradım ve çok da dayak yedim. İlkin stajyer avukat olduğum yıllarda saldırıya uğradım. Kars adliyesinin önünde, faşist belediye zabıtaları polis çemberi içinde bana iyi bir meydan dayağı attılar. Yerde dakikalarca dövüldüm, dayak atanlar yorulunca sürünerek adliye binasına girdim. Kars'ta  avukatlık yaptığım dönemde süt fabrikasında işçilerin sorunları hakkında bildiri dağıtıyorduk, idareden yana olan işçiler  bildirilerimizi yırtıp bize yumruk ve sopalarla saldırdılar.


Ankara Ulucanlar Cezaevi'ndeki 1996 ölüm orucu sırasında Yüksel Caddesi'nde bir basın açıklaması yapıp bir süre orada oturduk. Polisler bizi otobüslere doldurup Emniyet Müdürlüğü'ne götürürken başımızı koltukların arkasına gömmemizi istediler. Ben bu isteği onur kırıcı bulduğum için reddettim. Polisler bunun üzerine çıldırmış gibi saldırıp otobüsün içinde coplarla kafama vurmaya başladılar. Onlar copla vururken, ben de kendimi yumruklarla koruyordum. Başımdan oluk oluk kan akıyordu, gözlerimi açtığımda Hacettepe Hastanesi Acil Bölümü'ndeydim.


Bir de Kars'ta DTP il başkanı iken, Newroz kutlamaları sırasında polis saldırısına uğradım. Kutlama bitmiş, şehre dönüyorduk. Polisler slogan atıldığını bahane edip halka saldırdılar. Ben, iki oğlum ve birkaç arkadaşım polislerin saldırısının hedefi olduk. Olaydan sonra yaptığım basın açıklamasında saldırgan polislere canavar ve terörist dediğim için polisler beni mahkemeye verip manevi tazminat istediler. Hakim de beni tazminat ödemeye mahkum etti. Böylece dayakçı polislere 2.5 milyar lira tazminat ödemek zorunda kaldım. Bu çok ağırıma gitti, hala hatırladıkça kurşun yemiş gibi sarsılıyorum. Şuna yanarım ki, polisler hem bize dayak attılar, hem de benden para aldılar. 


Hakkınızda açılan davalar arasında, trajikomik, tebessüm ettiren davalar var mı?

Davaların her biri zaten bir komedyadır. Şu ünlü "Demokratik açılım" masalı kamuoyuna açıklandıktan hemen sonra bir basın açıklaması yapıp, "açılımın amacının Kürt sorununu çözmek değil PKK'yi tasfiyedir" dedim diye, savcı hakkımda örgüt propagandası yapmaktan dava açtı. Bu davadan da bana ceza verilecek. Tuhaf olan aynı sözü birkaç hafta sonra İçişleri Bakanı söyledi. Aramızdaki tek fark, Bakan 'terör' dedi, bense 'PKK'.

   
Musa Anter, Deniz Gezmiş ve Vedat Aydın'ın adlarını Kars'ta caddelere verilmesini istedim diye, suçu ve suçluyu övmekten cezalandırıldım. Oysa Mustafa Muğlalı'nın adı bildiğiniz gibi Van' da askeri bir kışlaya verilmiş. Adnan Menderes ve Celal Bayar'ın adlarını taşıyan pek çok bulvar ve kurum var. Biz söz konusu olduğumuzda, suçlulukları mahkeme kararı ile sabit olan kişileri övmekten hakkımızda aşkla ceza isteyen savcılar ve hakimler, düzen ve onun simgeleri olan kişiler söz konusu olduklarında sus pus oluyorlar. "İmralı Cezaevi'nin şartları insanlık dışıdır" dediğim için yine "suçu ve suçluyu övmekten" cezalandırıldım. Bunun nasıl suçluyu övmek olduğunu hala anlayabilmiş değilim.


Bildiğiniz gibi Recep Tayyip Erdoğan, "TRT ŞEŞ bi Xér be" dedi ve TRT Kürtçe yayına başladı. Bunun üzerinden aylar geçtikten sonra bana bir mitingde halka Kürtçe "hoş geldiniz" dediğim için her Kürtçe kelime başına 22'şer gün hapis cezası verildi. Başbakan'a Kürtçe iki dilekçe gönderdim diye her dilekçeden 6'şar ay hapis cezası aldım. Dediğim gibi davaların her biri ayrı bir komedyadır.


Bu ilginç davalara sizde olduğu gibi halen değişik yerlerde de tanıklık ediyoruz, bu ilginçlikler yumağında kimlik tartışması yürüten Kürtler ne kadar başarı şansına sahip?


Ben dış telkinlerle ya da düzenin kendisini yeniden organize etme ihtiyacı ile yapılacak yasa değişikliklerinin, Kürtlere bir şey kazandıracağına inanmıyorum. Öküz arabası ile tavşan avlayan 700 yıllık entrikacılıkla karşı karşıya olduğumuzu unutmamalıyız. Biz onlarca yıl Ceza Kanunu'nun ünlü 141. ve 142.maddeleri kalksın diye kampanyalar yürüttük. Çok yol teptik, çok ter döktük. Bu maddeler kalkınca düğün bayram ettik. Kaç yıl DGM kalksın, OHAL kalksın diye uğraşıp durduk. Bu gerici kurumlar kalkınca devrim yapmış kadar sevindik. Örneğin DGM'ler kalktı, ama DGM'lerden daha da baskıcı olan özel yetkili ağır ceza mahkemeleri geldi. OHAL kalktı, ama uygulamalar aynen devam ediyor. 141 ve 142 kalktı, ama yerine düşünceyi yasaklayan onlarca madde geldi.


Yani kurumlar ve yasalar değişiyor, fakat uygulamalar değişmiyor; hatta daha da ceberut bir hal alıyor. Bu yıllardır böyle sürüp gidiyor. Bence bizim yeni bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Önce yasa, sonra hak anlayışı; yerini "önce hak sonra yasa" anlayışına bırakmadıkça ve bu yeni anlayışa uygun projeler oluşturulup uygulamaya koyulmadıkça, Kürtler'in başarılı olacaklarına inanmıyorum. Kürt siyasetinin temel eksikliği bence budur.

Son yıllarda Kürt siyasetçi ve aydınlarının Kürt sorunu ve çözümü konusunda dönemsel tarifler getirdiğini görüyoruz. Kürtleri bir bütün olarak ele alırsak, sizin bütün ya da, parçalarla ilgili çözüm önerileriniz nelerdir?


Bence sorunun bütün olarak (birlikte) çözümünün iç ve dış koşulları yoktur. Parçalar halinde çözüm gerçekleşecektir. Bunun nasıl olacağını ise mücadelenin yatay ve dikey gücü belirleyecektir.


Türkiye'de Kürt sorununun çözümü konusunda Kürt tarafında, "siyasi çözüm şansının kalmadığı" türü düşünceler ortaya çıkıyor, buna ne dersiniz?


Siyasi çözümden kasıt, hükümetle diyalog kurarak Kürtler için bazı haklar almaksa, bu düşüncenin karşı çıkılacak bir yanı yoktur. Kürtler 20 yıldır hükümetlerle diyalog kurmaya çalışıyorlar. Bence bu boş bir hayaldir ve tamamen zaman kaybıdır. Yıllarca Başbakan'dan randevu beklendi. Sonra da murat edilen oldu ve görüşüldü. Peki ne değişti? Hiçbir şey.

Ama siyasi çözümle kast edilen şey sivil mücadele yolu elde edilecek haklar ise, ben bu düşünceye katılmıyorum. Bu konuda şunu söylemek isterim; Kürt meselesi tarihin hiçbir döneminde siyasi çözüme bu kadar yakın olmadı. Bence bir devrim durumu söz konusudur. Ancak Kürt siyaseti bu devrimi başlatıp sonuçlandıracak iradeyi nedense ortaya koymuyor, ya da koymak istemiyor. Bu yıl Diyarbakır Newroz alanına 1 milyon insan toplandı. Bu gerçeğe gözümüzü kapatamayız.


Kimlik sorunu eğer özel yönetim arz eden ve "'ayrılma" kokusu saçan bir iş ise, peki Kürtler hangi siyasi perspektifle devleti ikna eder?


Devlet ikna olmaz; Kürtler yürütecekleri siyasal mücadele ile devleti buna mecbur etmelidirler. Bu başarılabilir ve şartları da vardır.


Tanınmış Kürt aydın ve siyasetçilerinin kurduğu bir parti, Türkiye partisi olabilir mi, bu parti ne yaparsa Hakkâri'de aldığı oyu Edirne'de, Samsun'da da alabilir?

   
İki veya daha fazla nedenle bunun şartları yoktur. Birincisi, Kürt siyasetinin bunu yapacak ne enerjisi, ne niyeti, ne de ideolojisi vardır. Kimse alınmasın, kendimi de katarak söylüyorum, biz epey tembeliz. Çok konuşur, ama az iş yaparız.


1989 yılında HEP'i kurduğumuzda yöneticilerimizin önemli bir kısmı Türk devrimcilerinden oluşuyordu. Bu durum her iki halk için de büyük bir şanstı. Ama ne yazık ki bu kadrolar bizim çeşitli hatalarımız yüzünden birkaç ay içinde dışlandılar. Oysaki o kadrolar Kürt halkı ile Türk halkı arasında köprü olabilirlerdi.

İkincisi, devlet Türk halkı üzerinde iyi çalıştı ve halkı yanına çekmede çok başarılı oldu. Bugün birkaç bin Türk insanını ayrı tutarsak, her Türk mahallesi ya da köyü adeta bir karakola dönüşmüştür. Örneğin Çanakkale Bayramiç ilçesi eskiden devrimcilerin kalesiydi, şimdi ise ırkçılığın ve gericiliğin kalesi olmuş. Orada Kürtlere karşı linçler yapılıyor. İkinci örnek, Kars. Kars eskiden solun kalesiydi, ama bugün her Türk köyü Kürtlere karşı askeri  bir tepki içindedir. Türk halkının bu hale gelmesinde bizim de hatalarımız oldu. Devletin ırkçılığı geliştirme projesine hatalarımızla destek verdik. Dünya halklarının ve Türk halkının enternasyonal dayanışması ve desteği olmadan ne derece başarılı olabileceğimizi oturup düşünmeliyiz.


Bu soruyu 20 yıl önce sorsaydınız, cevabım evet olurdu. Ama şimdi Kürt siyasetçilerinin kuracakları bir partinin örneğin Samsun ya da Edirne'den oy alması mümkün değildir. Bence Kürt siyaseti bu noktada kendisini gözden geçirmek zorundadır.


Yıllardır Kürtler'in yürüttüğü Türkiye partisi olma çabası, barış ve çözüm konusunda muhatapları ne kadar olgunlaştırdı?


Ben bir olgunlaşma görmüyorum. Benim gördüğüm Kürt siyasetinin sürekli taviz verdiği, ama devletin ve hükümetin bunu dikkate almadığıdır.


Samsun'da Ahmet Türk'e yönelik yapılan saldırıyı ister organizeli ister organizesiz yapılmış sayalım, sizde nasıl bir his uyandırdı, Kürtler ve devlet hangi noktada?

   
Ahmet Türk'e yapılan saldırı tek kelime ile iğrençti. Ahmet beyin gazetedeki fotoğrafına bakamadım, onun acıyla dolmuş gözlerine bakıp ağlamamak elde değildi. Devlet ve Kürtler hangi noktadadır? Devlet Kemalist çizgisini, dediğim dedik statükocu tavrını sürdürmeye kararlılıkla devam ediyor. Kürtler'in ümitlenmeleri içinse hiçbir sebep yok. Bence Kürt siyasetinin derin bir iç tartışmaya ihtiyacı var.


Saldırı karşısında gelişen tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz, Kürtler'in tepkisi sizi ne kadar tatmin etti?


Kürtler büyük bir duyarlılık gösterdiler. Saldırı mahkum edildi. Garip olan AKP, MHP ve CHP'nin saldırı karşısındaki sözde tutumlarıydı. Irkçılığın onca boy atması sanki onların eseri değilmiş gibi, pişkince saldırıyı kınadıklarını söylediler. Yaptıkları tamamen iki yüzlülüktü, gece kundakladığı eve sabah geçmiş olsun ziyaretine giden kundakçı adamı andırıyorlardı. Tepkiler hükümeti, ırkçı tüm partileri ve sistemi hedeflemeli ve hükümeti sarsmalıydı. Bilmem yanılıyor muyum, sanki AKP, Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın sözde yakın ilgileri, hükümet üyelerinin hastane ziyaretleri ve emniyet müdürlerinin görevden alınmaları ile bu saldırıdan nemalandı gibi geldi bana. Umarım yanılıyorum.


Kürtler sol düzlemde bir çaba yürütüyor, ama her nedense Türk sol hareketi ABD'ye karşı çıktığı kadar Kürtleri yerde sürükleyen kendi devlet yapılarına karşı çıkmıyor, neden?


Sanırım Türk Sosyalist hareketini kast ediyorsunuz. Eğer böyleyse, Türk Sosyalist hareketinin yapabileceği fazla bir şey yok. Çünkü hareket alanı epeyce daralmış. Kendisi bile ayakta duramazken, Kürtlere nasıl yardım etsin? Bayramiç örneğinin de gösterdiği gibi, Sosyalist hareketin doğal tabanı olan emekçiler devlet partilerinin kontrolüne girmiş. Bunu seçim sonuçlarından da görmek mümkündür. Devlet partileri emekçilerden yüzde doksanının üzerinde oy alırken, Sosyalist sol toplam olarak ancak yüzde bir oy alabilmektedir. Tabanı olmayan cılız bir sol, Kürtleri yerde sürükleyen devlet yapısına karşı çıksa bile sesini kimse duymayacak.

Anayasa değişikliği konusunda Kürtler nasıl tavır almalı, yeni değişiklikler, bazı yeniliklerin önünü açabilir mi?


Gündemdeki Anayasa değişikliği halkı değil devleti esas almaktadır. Devlet kendisini değişen şartlara göre yeniden konumlandırmak istiyor. Bu nedenle Anayasa değişikliği ne Kürtlere, ne de Türklere bir şey kazandıracak. Yukarıda da söylediğim gibi Kürtler önce hak, sonra yasa anlayışı ile kurumlaşıp haklarını kullanmaya başlamalıdırlar. Anayasa ve yasalar arkasından gelir, gelmek zorundadır.


Bu arada BDP Meclis Grubu, şimdi Mecliste görüşülmekte olan Anayasa değişikliğini kendi projelerinin propagandası için bir fırsata dönüştürecektir herhalde. Anayasada Kürtler için ne istiyorsa değişiklik önergeleri verebilir, tüm dikkatleri Kürt sorununun demokratik çözümüne çekebilir, iç tüzüğün verdiği hakları azami derecede kullanıp büyük bir muhalefet sergileyebilir ve AKP'yi köşeye sıkıştırabilir. 


Kürt sorunuyla ilgili Başbakan en son yazarlarla buluştu, bu ve benzeri çıkışlarla sürdürülen 'açılım' tartışmalarının seyri sizi ikna çizgisine çekiyor mu?


Bilindiği gibi açılım tartışması Kürt siyasetçileri ilk haftalar çok heyecanlandırdı. Televizyon ekranlarını ısıtan o heyecanı anlamakta çok güçlük çekmiştim. Devleti az çok tanıyan biri açılım diye bir şey olamayacağını bilirdi. Ama Kürt siyaseti ancak aylar sonra uyanabildi.


"Açılım" doğru işlemiyorsa, o zaman daha iyi işlemesi ve sorunun çözümü için Kürt tarafı ne yapmalıdır?


Yapılacak o kadar çok şey var ki, anlatmakla bitmez. Ama izin verirseniz şimdilik bu sorunuza cevap vermeyeceğim. Bundan üç yıl önce Roj TV'de çıktığım bir programda Canlı Kalkan çağrısı yapmıştım. Sonra da bizim genel merkeze yazılı olarak başvurup isteğimi tekrarladım. Bu çabam ne kadar etkili oldu bilmiyorum, ama genel merkez iki ay sonra canlı kalkan kararı aldı. Sonra ne mi oldu? Biz binlerce insan çeşitli illerden yollara düşüp Şırnak'la Cizre yolu üzerindeki Kasrik boğazına gittik. Güya canlı kalkan olacaktık. Gittiğimizde asfalt yolun kenarında kurulan çadırlar bizi bekliyordu. Meğer çadırlar biz oraya daha gitmeden iki gün önce kurulmuş. Onca insan geceyi o keskin ayazda titreyerek geçirdi. Sabah olunca otobüsün üzerinde bol alkışlı bir konuşma yapılarak eylemin amacına ulaştığı bildirildi. Dönmek için yola koyulduğumuzda tek kelime ile şaşkındım. Bu sorunuza önümüzdeki aylarda ayrıntılı olarak cevap vermek isterim.


Sivil itaatsizlikleri yeni bitirdiğim "Tarihin Çarmıhında" adlı romanımda çok ayrıntılı olarak anlattım. Bir romanda bu nasıl anlatılabilir, diye haklı olarak sorabilirsiniz. Okuduğunuzda bana hak vereceğinizi düşünüyorum.


Üç ay önce genel merkezdeki bir geniş toplantıda, "Mahatma Gandhi'yi aşan sivil itaatsizlikler gerçekleştirebiliriz" dediğimde bazıları bıyık altından gülmüşlerdi. Bu iddiamı hala sürdürüyorum, istersek Gandhi'yi aşan sivil itaatsizlikler inşa edebiliriz. Ama bunun için Günlük gazetesinde çıkan bir makalemde de belirttiğim gibi, biz siyasetçilerin önce ölmeyi öğrenmeleri gerekmektedir. Çünkü ölüm göze alınmadan, ölmeyi öğrenmeden bu sivil itaatsizliklere girişilemez, buna cesaret edilemez.


PORTRE / MAHMUT ALINAK


Kars'ın Digor ilçesinde 1952 yılında dünyaya gelen Mahmut Alınak ilköğrenimini Digor'da, liseyi ise Kars'ta tamamladıktan sonra Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. 1987 yılında yapılan genel seçimlerde SHP'nin Kars adayı olarak TBMM'ye girdi. Dört yıl sonraki erken genel seçimlerde ise HEP-SHP ittifakının Şırnak adayı olarak seçildi. Daha sonra DTP Kars İl Başkanlığı görevini yürüttü. 2007'de yapılan genel seçimlerde DTP destekli bağımsız Kars milletvekili adaylığında istediği başarıyı elde edemedi. Alınak'ın, “HEP, DEP ve Devlet”, “HEP, DEP ve Devlet Parlamentodan 9. Koğuşa-2”, “Şiro'nun Ateşi”,  
“Nazo” ve “Ateşte Yıkanmak” isimli 5 kitabı bulunuyor.

 

Kaynak : Haber Diyarbakır

BENZER HABERLER