HDP ve PKK
AK Parti Kars Milletvekili Mehmet Uçum’un kaleminden : “HDP ve PKK”
26 Temmuz 2015 Pazar 16:35
HDP ve PKK’nin seçim öncesinde silah ve baskı esaslı siyaset gütmesi ve bölgede bu yöntemle seçim sonuçlarını etkilemesi, demokratik çağrıların da samimi olmadıklarını ortaya koydu.
Seçimden sonra gayrimeşru bu siyaset, HDP ve PKK tarafından devam ettiriliyor. Yapılan bu eylemler ve dile getirilen söylemler, Abdullah Öcalan’ın son üç nevrozda verdiği mesajları etkisizleştiren, önemsizleştiren bir tutumu ortaya çıkarıyor.
PKK ve KCK ikili siyaset yürütüyorlar. Onların kontrolündeki HDP de takiyye siyasetini devam ettiriyor. Bu aktörler, çözüm sürecini kendilerine teritoryal hükümranlık alanı kurmak için kullandılar. Bu tutum, Türkiye’nin bütünlüğüne yönelik bir saldırı olarak ortaya çıkıyor. Oysa çözüm sürecinin amacı, Türkiye’nin demokratik bütünlüğü üzerinden kalıcı bir çözüme ulaşmaktır. Tüm bu eylemlerin gösterdiği sonuç şudur ki, PKK, KCK ve onlarla birlikte hareket eden HDP yönetimi çözüm sürecinin asli amacına aykırı bir pratik ortaya koyuyor.
Bu aktörlerin asli amaca aykırı tutumları sebebiyle çözüm sürecinin eski anlamıyla yürümeyeceği netleşiyor. Çözüm sürecinin temel koşul olan boyutu, silahlı unsurların ülke dışına çıkması, silahların gömülmesi ve demokratik siyasetin eksiksiz bir biçimde yaşama geçmesiydi. Ancak PKK ve KCK tarafından çözüm sürecinin silahsızlanma boyutu Rojova’dan sonra iptal edildi. Yani demokratik siyasetle yürütülmesi gereken süreç, PKK ve KCK tarafından paradigma değişikliğine zorlandı. Bu aktörlerin yeni paradigması, silah, şiddet ve teröre dayalı siyaseti yeniden devreye sokarak çözüm sürecinden ayrılıkçı bir siyaset ortaya çıkarmak şeklinde belirlendi. Türkiye’nin demokratik bütünlüğüne aykırı sonuçlar doğurması halinde çözüm sürecinin başladığı gibi yürüyemeyeceği son derece açıktır.
Bilindiği gibi, Türkiye’de Kürtlere yönelik, inkâr ve asimilasyon politikaları Ak Parti Hükümetleriyle birlikte ortadan kaldırıldı. Dolayısıyla, demokratik siyasetten başka hiçbir metod meşru olarak kabul edilemez. Çözüm sürecinin bundan sonraki yeni içeriği demokratik siyaset esaslı olarak Türkiye demokrasisini güçlendirmektir. Buna göre, silah, şiddet, terör ve baskıya dayalı her yöntem gayrimeşrudur ve çözüm süreci karşıtıdır.
Şu anda etnik ve baskıcı bir milliyetçilik üzerinden yeni bir strateji ile karşı karşıyayız ve bu strateji, Kürt sorununun demokrasi içinde çözümü üzerinden değil, Türkiye karşıtı bir anlayış üzerinden yürütülüyor.
Bir diğer deyişle, Türkiye’de Kürtler adına hareket ettiğini iddia eden legal, illegal siyasi aktörler Kürt sorununun çözümü için değil, Kürtleri kullanarak Türkiye’nin demokratik bütünlüğünü bozmaya yönelik bir pratik içine girdiler.
Türkiye’deki demokrasi güçlerinin böyle bir tutuma karşı durma hakları vardır. Bu hakka sahiptirler. Ülkede demokratik siyasetin meşruiyetine inananlar şiddet siyasetine tavır almak, teröre dayalı siyasetin meşru olmadığını söylemek yükümlülüğü altındadır.
Türkiye’nin güçlenmesinden ve bölgede etkili olmasından rahatsız olan post sömürgeci güçler, şiddet ve terör yöntemlerini devreye sokarak düne kadar çözüm sürecinde rol alan yapıları da çözüm sürecinin karşıtı noktasına getirdiler. Son zamanlardaki şiddet ve terör eylemleri post sömürgeci güçlerin amaçlarına hizmet ediyor ve çözüm sürecini engelleme hedefi içeriyor.
DAEŞ’e destek verdiği iddia edilen Hükümetin son günlerde DAEŞ’e yönelik etkili operasyonlar yapması ve bu konuda uluslararası koalisyonla birlikte hareket etmesi Türkiye karşıtı iddia sahiplerinin ezberlerini bozuyor.
DAEŞ ve PKK eylemlerinin paralel olarak devreye sokulması da son derece manidardır. Artık Kürt vatandaşlarımızın ve bölgedeki bütün Kürtlerin kendileri adına hareket ettiğini iddia eden güçler tarafından Türkiye’ye karşı sosyolojik olarak kullanılmak istendiklerini görmeleri gerekiyor. O Türkiye ki, Türklerin olduğu kadar Kürtlerin de ülkesidir. Türkiye’de yaşayan bütün kimliklerin ülkesidir.
Türkiye’ye karşı bu operasyonlar aynı zamanda Kürlere karşı da yapılıyor. Bu tür eylem ve organizasyonlar Kürtlerin demokratik siyaset temelinde meşru olan taleplerini de gölgeliyor.
Buradan çağrımız ülke üzerinden yurtseverlik çağrısıdır. Türkiye’de toplumun tüm kesimlerinin Türkler, Kürtler ve diğer tüm kimliklerinin Türkiye Toplumu olarak yeni bir millet oluşturma çabasına bir saldırı vardır. Yani Türkiye karşıtı güçler Türkiye Toplumunun bütün bileşenleri ile birlikte oluşturmakta olduğu Türkiye Milletinin yeniden inşasını engelleme çabası içindedir. Türkiye Milletinin oluşum süreci, cumhuriyetin kuruluşunda olduğunun aksine ayrıştırıcı ve dışlayıcı değil, kapsayıcı ve kucaklayıcı bir felsefeye dayanıyor.
İşte tüm bu eylemler, Türkiye Toplumunun bütünleşme sürecini engellemek amacıyla yapılıyor. Ayrılıkçı hareketler, Türkiye’nin tamamına zarar verir. Bu nedenle, Türkiye’nin demokratik bütünlüğüne sahip çıkmak bugünün en önemli yurtseverlik görevidir.