Kars ve Ebu’l Hasan Harakani
Nemci Kocaoğlu
09 Haziran 2016 Perşembe 11:42
(Her kim bu kapıya gelirse, ekmeğini veriniz ve inancını sormayınız. Zira Ulu Allah’ın katında ruh taşımaya layık olan herkes Ebu’l Hasan’ın sofrasında ekmek yemeğe layıktır)
Ebu’l Hasan Harakanî 963 yılında Horasanın Rey şehrinin Bistam’a bağlı Harakan yerleşim merkezinde doğmuş, Anadolu’nun manevi fethini yapmak üzere gelmiş olduğu Kars şehrinde 1033 yılında Bizanslılara karşı savaşırken şehit düşmüştür.
Anadolu’nun İslamlaşmasında büyük hizmeti olan ve milyonlarca insanın etkilendiği, tasavvuf tarihinin ünlü simalarının örnek aldığı büyük bir mutasavvıftır. Türbesi ve mezarı Kars'ta bulunan Ebu’l Hasan Harakanî Anadolu’yu mayalayan gönül erlerinin en başında gelmektedir. Anadolu’nun kapılarını Müslüman Türklere açmış, İslam bilgeliğiyle gönülleri mayalamış, kudsi nefesiyle yaşayan ölülerin kalplerini diriltmiş, güneşin doğduğu yer anlamına gelen Anadolu’da medeniyetimizin kurulmasında ve yükselmesinde derin hizmetleri olmuştur. Yetiştirdiği insan-ı kâmillerle Anadolu’nun manevi fütuhatını yapmış olan Harakanî’yi sağlığında bir çok büyük sûfi, edip, ilim adamı ve devlet erkanı ziyaret etmiş, bunlardan bir kısmı da kendine mürit olmuştur.
Kars’tan çıkıp, bütün dünyayı etkilemiş olan Ebu’l Hasan Harakanî’nin, daima edebe açılan dili, Yusuf Hemedani’den Ahmet Yesevî’ye, Şemsi-Tebrizi’den Mevlana ve Yunus Emre’ye, Gazneli Mahmut’tan İbn-i Sina’ya, Çağrı ve Tuğrul Beylerden Sultan Alparslan’a kadar birçok ilim, gönül ve devlet adamına ulaşmıştır. Onun gönül dergahına uğrayanlar, kutsi nefeslerinden feyz alanlar, evrensel bir çağrıya muhatap olduklarının farkına varmıştır. Bu sebepledir ki Hazreti Mevlana “Bizim pazarımızda insanlara öğrettiğimiz ilim Ebu’l Hasan Harakanî’den aldığımız mâna metahından başkası değildir.” der. Ebu’l Hasan Harakanî, tasavvufun temel taşlarından biri ve ünlü bir ariftir. Tasavvuf kaynaklarına baktığımızda, Harakanî’nin bu alanda önemli bir ağırlığı ve büyük mutasavvıflar nezdinde üstün bir değerinin bulunduğu anlaşılmaktadır. 1033 yılında Kars’ta şehit düşmesi göstermektedir ki Sultan Alparslan’ın orduları henüz Anadolu’ya gelmeden, Harakanî Hazretleri sözün kuşatıcı, kapsayıcı işlevleri ile Anadolu’ya gelmiş ve bir yaşam üslubunun iklimini bu topraklarda yaşayanların gönüllerine açmıştır. Bu bakımdan Harakanî, yalnızca Kars şehrinin değil tüm Anadolu’nun kapısıdır. Bismillahlar ile girilen bu kapıdan sonraki yıllarda Hz.Mevlana, Hacı Bayram-ı Veli ve Yunus Emre gibi ilim ve irfan ehli büyüklerin sesi duyulacaktır. O, bir din büyüğü olmanın yanı sıra Anadolu'nun maddi ve manevi fethini gerçekleştiren bir mücahittir de.
Harakanî fütüvvet anlayışı ile Anadolu'da Ahilik teşkilatının kurulmasına öncülük etmiştir. Burada ki fütüvvet kavram olarak genellikle başkasını kendine tercih etmek, engin bir mürüvvete sahip olmak demektir. Cesaret, yiğitlik ve mertlik anlamına gelen fütüvvet, tasavvuf çevrelerinde diğer gamlık, cömertlik ve şefkati içine alan bir terim olmuştur. Fütüvveti kavram olarak ilk tarif edenin Câfer Sâdık olduğu kabul edilir. Ona göre fütüvvet bugün kullanılan empatiden çok yüksek Kuran’daki İsâr ile irtibatlıdır. Ele geçen bir şeyi tercihen başkalarının istifadesine sunmak,ele geçmeyen bir şey için şükretmektir. Dolayısıyla fütüvvet ahlâkının esası isârdır; yâni kişinin kardeşini kendi nefsine tercih etmesidir. Fütüvvet kendisini küçük, kardeşlerini büyük görmek, iyi ahlaklı ve cömert, vefalı güvenilir, merhametli fakir sıfatlı, konuksever, mahcup ve civanmert olmaktır. Kardeşini kendi nefsine tercih edip, kendisine yapılmasını istediği bütün iyiliklerin ziyadesiyle ona yapılmasını, kendisine yapılmamasını istediği her hangi bir kötülüğün zerresini dahil kardeşine yapılmamasını istemek fütüvvet ahlâkı gereğidir. [Fütüvvet bir alemdir, onun arzı iman, seması marifet, yıldızı hidayet, ayı muhabbet, bulutu akıl, yağmuru rahmet, bostanı edep,ağacı taat, meyvesi hikmettir.]
Harakanî için hoşgörü, bir insanın, Allah’ın ve insanların istemediği olumsuz sosyal ve ahlâkî duygu ve davranışlardan kaçınmasıdır. Adil davranmak, sınıf farkı gözetmemek, bağışlamak, gönül almak gibi bütün güzel ahlâkî duygu ve davranışlar hoşgörünün eseridir. Harakanî'ye göre hoşgörü, ibadete eşittir.(Bir mümini incitmeden sabahtan akşama varan bir kimse, o gün akşama kadar Peygamberle yaşamış olur. Eğer mümini incitirse Allah onun o günkü ibadetini kabul etmez.) İnsanları dini inançlarından ve siyasi kanaatlerinden dolayı ayrı ve farklı görmemektir. Herkesi diniyle ve düşüncesiyle hoş görmektir. Harakanî, hoşgörüyü sadece bir dinin farklı mezhep ve grupları için düşünmez, farklı dinler içinde düşünür. Çünkü onun evrensel din anlayışı bütün insanlara ulaşmayı hedefler. (Her kim bu dergâha gelirse, ekmeğini verin ve inancını sormayın. Zira Allah katında ruh taşıyan herkes Ebu’l Hasan’ın sofrasında ekmeğe layıktır.) Harakanî’nin bu düşüncesi, daha sonra Mevlânâ’da
Gel, gel, her ne olursan ol, gel!
İnançsız da, putperest de olsan, gel!
Burası umutsuzluk dergahı değil,
Yüz kere bozsan da tövbeni, yine gel! şeklinde
Yunus Emre’de ise
Elif okuduk ötürü
Pazar eyledik götürü
Yaratılanı hoş görürüz
Yaratandan ötürü, şeklinde kendini bulmuştur.
Böylece bütün insanlık, dini, rengi, dili ne olursa olsun Harakanî’nin çağırdığı bu dergaha davetlidir.
O her seviyede insana yol göstermiş ve rehberliği kabul edilmiş bir şahsiyettir. Sadık aşık, samimi mümin, inancını üst seviyeye taşımış bir kimsedir. Sevgi ve muhabbet insanı olmuş, sevilen ve öğütlerinden istifade edilen bir değer konumuna gelmiştir. O İslam tasavvufunun temel şahsiyetlerindendir. Kendisine değer verilmiş ve manevi etkisi çağları kucaklayan bir özellik taşımıştır. Hayatı, çevresi, tasavvufi hasletleri, fikirleri, sözleri veya ona nispet edilen sözlerden hareketle onun düşünce dünyasına ışık tutmak mümkün olmaktadır. Onun menkıbeleri ona nispet edilen işler arasında önemli bir yer tutmaktadır. Onun fikirlerinin üzerinde yapılan analizler onun bir düşünür olarak evrensel düşünceye katkılarında yoğunlaşmanın faydalı olacağı açıktır. Kaynaklar onunla ilgili aynı ve benzer şekilde ifadeler aktarmaktadır. Bu da onunla ilgili tespitlerin isabetli olduğunun göstergesidir.
O ünlü sufilerden ve kamil mutasavvıflardandır..Sözlerinden bazıları;
- Her kim bu kapıya gelirse ekmeğini veriniz. Zira Ulu Allah’ın katında ruh taşımaya layık olan herkes Ebu’l Hasan’ın sofrasında ekmek yemeğe layıktır.
-Hiç bir şey bilmediğini anlayıncaya kadar herkes bildiğiyle övünür. Hiç bir şey bilmediğini anlayınca bilgisinden utanır. İşte o zaman marifeti kemale erer.
-Dünya peşinde koştuğun sürece dünya senin padişahındır, ondan yüz çevirince sen ona sultan olursun.
-Hak için yaptığın her şey ihlas, halk görsün diye yaptığın her şey riyadır.
-Namaz ve oruç önemlidir ama gönülden kibri, haseti ve hırsı çıkarmak daha önemlidir.
-İki kişinin dinde çıkardıkları fitneyi şeytan bile çıkaramaz: Dünya hırsına sahip âlim ve ilimden yoksun sûfi.
-Varlıklara karşı merhameti olmayan kişi Allah sevgisini kalbinde taşıyamaz.
-Amele devam et ki ihlâs ortaya çıksın ve ihlâsa devam et ki nur ortaya çıksın. Nur ortaya çıkınca ise Allah’ı görürcesine ibadet edersin.
-Âlim sabah kalkar ilmini arttırmak için çabalar; zahit de zühdünü arttırmak ister; Ebu’l Hasan ise bir kardeşin gönlüne yücelik ulaştırma derdindedir.
-Fütüvvet ehli Cennete giden yolda değil,Allah’a (C.C) giden yoldadırlar.
-En iyi şey içinde hiç kötülük olmayan kalptir.
-İnsanlar üç zümredir: Biri incitmediğin halde incitir, diğeri incitirsen incitir. Üçüncüsü incitsen de incitmez.
-Kendini bilen âlimdir, ilmiyle âlim olan değil.
-Eğer senin tandırından senin elbisene bir ateş sıçrasa, onu hemen söndürmeye çalışırsın; senin dinini yakacak bir ateşin, yani senin kalbinde yer alan kibir, haset ve riya ateşini, nasıl uygun bulursun!
-Âşıklar kimseye yük olmayan kalbi Allah aşkıyla yanıp diğerlerinin de kalbini bu aşkla tutuşturanlardır.
Kars’ın kalbi olan, Anadolu'nun ortak paydası haline gelen ve dünya bilgeliğinin merkezinde yer alan Harakanî, az sayıda eseri, menkıbesi ve kutlu sözleriyle kendisinden sonraki irfan yollarına da etkin bir mürşid-i kamil olarak feyiz vermiştir, vermektedir. Bu gün Kars kalesinin eteğindeki Merkad-ı ülyalarında ebedi istirahatgahında bulunan bu aziz bilge Asya’da, Ortadoğu’da, Balkanlar da ve dünyanın pek çok ikliminde adı anıldığında saygıyla ve muhabbetle anılan bir bilgedir. 1033 yılında Kars'taki Yahniler dağında savaşırken şehit düşen bu güzelim insan,aynı zamanda ‘Gaziyan-ı Rum’denilen alperen dervişliğinin de öncülerindendir. Neseben seyyid ve şerif olan Harakanî, Ehli Beyt aşıkların da gözdesidir. Efendimiz’in (s.a.v.) hem Ebubekir efendimizden hem de İmam Ali(r.a)efendimizden gelen kutlu irfanının kâmil bir varisidir. Turuk-ı Aliyyenin ve altın silsile denilen zincirin en değerli halkasıdır.
Bin yıl önce Kars’a gelip Anadolu’da fütüvvet ahlakını yaşayan ve yayan Harakanî ve onun yetiştirdikleri alperen ve gazileri büyük medeniyetimizi kurmuşlar ve Anadolu’nun bize vatan olmasına öncülük etmişlerdir. Ülkemizin doğusunda bulunan ve Anadolu’da ilk fethedilen bir medeniyet ve kültür şehri Gazi Kars, pek çok maneviyat önderini ve şehidi bünyesinde barındırır.Bu bakımdan Kars şehri, köklü bir irfan ve şahadet iklimine sahiptir. Anı’ya, Kars’a ve Anadolu’ya baktığınızda İslam medeniyetinin zarafetini, letafetini ve zengin güzelliklerini görürsünüz. Bu zengin güzellikler bin yıldan beridir diğer medeniyetleri de bağrında yaşatmış, onların kültürlerine de sahip çıkmıştır. Kafkasya’nın incisi olan Kars şehri ve burada bulunan Ebu’l Hasan Harakanî Külliyesi ve çevresindeki eserler Kars’ın manevi tapusudur.