Gazetekars

Kutlu Doğum Paneli...

Harakani kültür Merkezi’nde Kutlu Doğum Paneli...

20 Nisan 2013 Cumartesi 12:38

Kutlu Doğum Paneli...

Evliya Camii Harakani Kültür Merkezi Salonu’nda Kutlu Doğum Paneli düzenlendi. Kafkas Üniversitesi (KAÜ) İlahiyat Fakültesi Öğretim Görevlileri Yrd. Doç. Dr. Bünyamin Çalık, Yrd. Doç. Dr. Mustafa Işık, Yrd. Doç. Dr. Hikmet Koçyiğit, Yrd. Doç. Dr. Ayhan Hıra’nın konuşmacı olarak katıldığı panelin başkanlığını da Prof. Dr. Ruhattin Yazoğlu yaptı.

“YARATILANI SEVERİZ YARATANDAN ÖTÜRÜ”

Panel Başkanı Prof. Dr. Ruhattin Yazoğlu, Yunus Emre’nin, “Yaratılanı severiz yaratandan ötürü. Ben gelmedim kavga için, benim işim sevgi için. Hakkın yeri gönüllerdir. Gönüller yapmaya geldim.” sözlerinin insanlığa yol gösterdiğini söyledi.

HZ. MUHAMMET (SAV) İNSANLIK İÇİN GEÇEKTEN BİR MODEL İNSAN DURUMUNDADIR

Yazoğlu şunları söyledi:

“İnsanlara öğrettiği ahlaki değerleri en güzel şekilde eyleme dönüştürmüş olan Hz. Muhammet (SAV) insanlık için geçekten bir model insan durumundadır. Vereceğimiz şu örnek onun hoş görüsünün boyutu hakkında fikir vermek için yeterli olacaktır. “ küfrün kuduzu Ebu Lehep bir adam tutarak Hz. Muhammet(SAV)’in evinin önüne pislik döktürüp onu rahatsız ediyordu. Adam bunu her gün yapıyordu. Bir gün Hz. Muhammet (SAV) pislik görmedi. Bunun üzerine o pisliği döken adamın neden bunu yapmadığını araştırdı. Ve adamın hastaya olduğu için bunu yapmadığı öğrenildi. Bunu duyunca Hz. Muhammet(SAV) kalkıp bu adamın evine gitti. Hasta yatağında yatan adam Hz. Muhammet(SAV) karşısında görünce tedirgin oldu. Hz. Muhammet(SAV) adama bakarak “bugün kapımın önüne pislik atmadığını görünce, ve senin hasta olduğun için bunu yapamadığını öğrendim. Hastalığından dolayı da seni ziyarete geldim.” Adam Hz. Muhammet(SAV)’in bu tavrı karşısında yaptığından utanıyor ve hemen orada Müslüman oluyor.

BENİ ANA –BABANIZ, KENDİ NEFSİNİZ VE MALINIZDAN DAHA FAZLA SEVMEDİKÇE İMAN ETMİŞ OLMAZSINIZ

Hz. Muhammet(SAV) insanlara karşı göstermiş olduğu sevgi ve muhabbeti sahabede ona karşı gösteriyor. Örneğin, Bedir Savaşından sonra esir alınan Hübeyip müşrikler tarafından infaz meydanına götürülüyordu. Müşrikler arasında Ebu Süfyan da vardı. Ebu Süfyan gülümser ve alaycı bir tavır ile esir olan Hubeybe bakıp “Ey Hubeyb şimdi senin yerinde Hz. Muhammet(SAV)’in olmasını ne kadar da çok isterdin. Düşünsene o şimdi ailesiyle birlikte mutlu iken sen birazdan kılıçtan geçirileceksin.” Hubeyb; Ebu Süfya’nın bu gülümser ve alaycı tavrı karşısında gayret sakin bir şekilde “bırakın Hz. Muhammet(SAV)’in burada olmasını şuanda onun ayağına bir diken batmasına bile tahammül edemem der” Ebu Süfyan homurdanarak “vallahi Hz. Muhammet(SAV) kadar arkadaşları arasında sevilen başka birisini görmedim.” Diye söylenmiştir. Müşrikler alay ettiler. Hz. Muhammet(SAV) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır. “Beni ana –babanız, kendi nefsiniz ve malınızdan daha fazla sevmedikçe iman etmiş olmazsınız.” Bu duygu ve düşüncelerle aziz milletimizin, gönül coğrafyamızda ki kardeşlerimizin ve tüm İslam âleminin “Kutlu Doğum Haftasını” tebrik ediyor, haftanın dünyanın muhtelif yerlerinde çiğnen ve zedelenen insanlık onurunun            yeniden yücelmesine ve korunmasına vesile olmasına yüce rabbimizden niyaz ediyorum.

SALÂVAT GÖNDERELİM

Yrd. Doç. Dr. Bünyamin Çalık,

“Diyanet işleri Başkanlığımız 25 yıldır Hz. Muhammet (SAV)’in kutlamalarını kutlu doğumla birlikte ecdadımız zaten yıllarca mevlit kandiliyle kutlardı. Hala da devam ettiriyor. Hatta bir sohbette “neden iki defa kutlanıyor” şeklinde bir sualle karşılaşmıştım. Cevaben dem ki, “ herkesin bir doğum günü kutlama hakkı vardır.” Ama Hz. Muhammet (SAV)’e bu az gelir. Onun için iki defa kutluyoruz. Mademki Hz. Muhammet(SAV)’in doğumunu kutluyoruz, ona bu sohbetimizde salâvat gönderelim. Bir hediye yapmış olalım. Ve şuna inanın hadsi şerifte diyor ki Hz. Muhammet (SAV) “kıyamet gününe kadar her kim ki ümmetimden bana salât ederse Allah (CC) vazifeli bir melek gönderir ve onun selamını alır ona ulaştırır.”Şimdi bu serhat şehrimizden de Hz. Muhammet (SAV) salât gönderelim.

YÜCE ALLAH İNSANA HATSİZ BİR MEVKİ VE MAKAM VERMİŞTİR

Bu yılki Kutlu Doğum Haftasının konusu, insanlık onuru olarak belirlendi. Onur kelimesini biliyoruz da biz daha çok bu kelimenin karşılığını, insanın mükerrem oluşu, keremli oluşu olarak kullanıyoruz. Allah c.c Kuranı Keriminde “ biz insanı, (âdemoğlunu) onurlu yani mükerrem kıldık. Diye buyuruyor. Hatta o kadar insana kıymet vermiştir ki dinimiz, onuruna o kadar düşkündür ki ölüsü de dirisi kadar mükerremdir insanoğlunun. Hemen hemen bütün canlıların derileri tabaklanmak sureti ile temiz olur. Eti yensin yenmesin. İnsanın derisi tabaklansa yine temiz sayılmaz şerefinden dolayı. İnsana hattsiz bir mevki ve makam vermiştir. Bir peygamber aşığı evliyadan bir zat Avlarlı Efe Hz. diye Erzurum’da. İnsanın onuruna dikkat çeken çok güzel bir şiiri vardır.

Hazer kıl kırma kalbi kimsenin canını incitme

Esiri gurbet-i nalân olan insanı incitme

Tarik-i eşkte biçare-i hicranı incitme

Sabır kıl her belayı haneyi rahmanı incitme

Felekte hâsıl-ı insan isen bir canı incitme

Günahkâr olma fakr-i âlemi zişanı incitme

Elin çek meyli dünyadan eğer âşık isen yare

Muhabbet camını asıl Mansur gibi dare

Misafirsin felek bağında kendin salma efkare

Düşersin bir belaya sabır kıl Mevla verir çare

Felekte hâsılı insan isen bir canı incitme

Günahkâr olma fakr-i âlemi zişanı incitme

Diye devam ediyor.

MÜSLÜMAN OLAN KİŞİ HEM GÜVENEN HEM DE KENDİSİNE GÜVENİLEN KİŞİDİR

İslam kelime itibariyle baktığımız zaman 4 temel manaya gelir. birisi güven manasına geliyor. İslam’ın “selime-silim” köküne baktığımız zaman güven manasına geliyor. Müslüman olan kişi hem güvenen hem de kendisine güvenilen kişidir.

İSLAM’IN TEMELİ BARIŞTIR

Diğeri barış anlamına geliyor. İslam’ın temeli barıştır. Kavga, dövüş, anarşi, harp değildir. İslam adına tarihte de çok yanlışlar yapılmış. Ama İslam’a bunu yaftalamak insafsızlık olur. Hz. Muhammet(SAV) Bedir ile başladığı gazvelerinde hepsinin temelinde mutlaka karşı tarafın aksiyonları vardır. Yoksa Hz. Muhammet(SAV)savaşlarında asla herhangi bir şekilde toprak alma, zengin olma gibi bir amaç yoktur. Barış çok önemlidir. Bir toplumun gelişmesi, mutluluğu, refahı mutlaka barışa dayalıdır. Barış için herhangi bir çağrı duyduğu zaman Müslüman kendini orada bulmalıdır. Hep barışın tarafında olmalıdır. HasSAViyetli günlerdeyiz. Herkes sulh ve barış içinde yaşabilmeli, üzerine ne düşüyorsa onu yerine getirmelidir. Kavgadan hiçbir şey çıkmaz.

Bir diğer manası teslimiyettir. Müslüman önce Allah ve Hz. Muhammet(SAV)’e teslim olan demektir. Allah bizden kendisine teslim olmamızı istiyor. Eğer insanlık Allah’a teslim olmazsa Allah’ın dışındakilere teslim olmaya mahkûm olur. Oda bize zulüm getirir, felaket getirir, ölüm getirir.

ÇORAKLAŞMIŞ GÖNÜLLERE ÇATLAMIŞ SUSUZ ÇÖLE DÖNMÜŞ KALPLERE RAHMETTİR PEYGAMBER

Ve İslam’ın 4. manası rahmettir. Biz rahmeti yağmur için çok kullanırız. Rahmet suya susamış toprak için ne kadar çok önemliyse bu insanlıkta İslam’a o kadar muhtaç, o kadar ihtiyaç içerisindedir. Onun için Hz. Muhammet(SAV)’in bir lakabı da rahmettir. Çoraklaşmış gönüllere çatlamış susuz çöle dönmüş kalplere rahmettir peygamber. Getirdiği İslam odur.

Haklar bağlamında baktığımız zaman genelde ikiye ayrılır diye tasnif eder âlimler. “Hukukullah- hukukul ibat” diye. Birincisi Allah’a ait haklardır. Yani biz insanların üzerinde Allah’ın hakları vardır. Mutlaka bu Allah hakkını yerine getirmemiz lazım. Enam suresinde bununla ilgili çok nefis ayetler var. Enam suresi 151–152. ayetler. Bunda bereket vardır. Buna inanlar için kalbinizde müthiş bir yumuşama hissedersiniz. Ayetlerin lafzı da böyledir. Yüce Mevla’mız şöyle buyuruyor. “ey tabibim, onlara de ki geliniz. Size rabbimin haram kıldığı şeyleri sayayım. Allah hakkı, Allah’ın haramları yasak dediği şeylere dikkat edip kendimizi onlardan içtinap etmemiz lazım. Allah’ın üzerimizde ki hakkı budur.” Özetle, Allah’ın haram kıldıklarından sakınmak, onlara yaklaşmamak, neyi emrettiyse onları da yerine getirmektir. Haram kıldığı şeylerde Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız.

Müşvik olmamak. Zaman zaman farkında olmadan şirke düşebiliyoruz. Mesela Allah yalan söylemeyi, gıybet etmeyi, içki içmeyi haram kılmıştır. Eğer kişi içki şişesini eline alındığı zaman nefsini tercih ederse burada Allah’a nefsini ortak koşmuş demektir. Şirk bununla başlar. Yoksa aklı başında olan kimse Allah’ın iki tane ortağı var demez zaten. En önemli insanlık haklarından bir tanesi Allah kendi hukukullah içerisine almış. Hukukul- valideyin diye geçer. Ana babaya itaat etmek, onlara isyan etmemek ve onlara iyi muamelede bulunmaktır.

Açlık korkusundan evladını öldürmek. Bazen Sayın başbakanımız söylüyor. Bu nüfuz planlaması ile ilgili milletlerin geleceğiyle oynandığı için en az çocuk yapma meselesini tiye alanlar vardır. Çok tehlikeli bir şeydir bu. Rabbimiz diyor ki, sizi de rızıklandıran, onları da rızıklandıran biziz.

İNSANLARIN HAYATI MUKERREMDİR

Fuhşiyatlara yaklaşmayın bile. Her türlü kötü şey demektir fuhşiyat. Örneğin, trafik işaretlerinde kırmızıda geçmek fevahiştir. Kırmızı yandıysa duracaksınız.

Savaş dışında hiçbir canlıya; bu canlı insan da olsa, hayvan da olsa, bitkide olsa bir Müslüman kıyamaz. İslam’ın temel özelliği budur.

Bu haklar anne- baba hakkı, çocuk hakkı, toplum hakkı, bunlar insanlık onurunu direk ilgilendiren hukuk bakımından haklar hiyerarşisinde yer alan şeylerdir. Hayat hakkı da çok önemlidir. İnsanların     hayatı mukerremdir. Onlara dokunamazsınız. Bunun tek bir istisnası oda savaştır.

KURDUĞUNUZ ÖRGÜT, DERNEK, VAKIF İNSANLARIN MENFAATİNE OLACAKTIR

Soysal haklar da Kuranda ve İslam’da Hz. Muhammet(SAV)’inde örnekleri vardır. Mesela sosyal haklar içerisinde örgütlenme hakkı vardır. STK’lar sivil toplum kuruluşlarına neden insanlar onlara yardım etmezler. Bunlar bir Müslüman’ın hakları arasındadır. Ama bir şartla. Kurduğunuz örgüt, dernek, vakıf insanların menfaatine olacaktır zararına değil.

Mülkiyet hakkı. Yine İslam’ın verdiği en önemli haklar hiyerarşisinde insanın onuru için mutlaka korunması lazım gelen haklar bağlamındadır.

Yetimin hakkı. Yetimin hakkına dikkat etmek lazımdır. Bununla ilgili çok dehşet ifadeler vardır. Yetimin hakkından sakınmak lazımdır.

Fakirin hakkı. Fakirin, zenginlerin malında hakkı vardır. Fakir fukarayı korumak ve gözetlemek toplumda ahengi ve güzel yaşamayı sağalacağı için önemli bir haktır. Ve en önemli haklardan bir tanesi kadın haklarıdır. Hz. Muhammet(SAV) fiiliyle, kavliyle, kalbiyle, kadınlarla ilgili haklara sayısız örnekler vermiştir. Hz. Muhammet(SAV)’in kızı Hz. Fatma mescide geldiği zaman kalkıp onu karşılayıp kendi yerine oturtacak kadar kadınlara değer vermiştir. Ama maalesef vefatından hemen sonra tekrar eski tas eski hamam hikâyesine geçilmiştir. Kadınlar mescitten kovalanmaya başlanmış. Günümüze kadar da devam etmiştir. Bunlar yine Kuranda ve İslam’da insana verilen değerler bakımından önemli bir şeydir. Haksızlığa uğrayanın hakkını arama hakkı ve son olarak ta öğrenim hakkı. Son zamanlarda hala esintileri devam ediyor. Öğrenim hakkı kutsaldır, kimsenin elinden alınamaz. İslam’ın verdiği insanın onurundandır. Onun içinde İslam buna çok değer vermiştir. Hiç sudan bahanelerle kimse bir şey üretmesin. İnsanların eğitim ve öğrenimine kimse engel olmasın.

KUR’AN’DA İNSANI ONURA EDEN DEĞERLER

Yrd. Doç. Dr. Hikmet Koçyiğit, Konumuz Kuranda insanı onura eden değerlerdir. “Onur” kelimesi, “şeref” kelimesi aslında bize ait kelimeler değildir. “Onur” kelimesi batı dillerinden dilimize geçmiş bir kelimedir. Sözlüklere baktığımız zaman onur kelimesinin insanın kendine karşı duyduğu saygı, şeref, öz saygı, haysiyet, izzeti nefis gibi bir takım anlamlara gelir. Bunun Arapçada ki tam karşılığı şereftir. Kuranda bu kavramın tekabiliyetini aradığımızda buna mütekabil olan bir kavram olarak “izzet” kelimesini görüyoruz. “izzet” kelimesi aslında “iz” kökünden türemiştir. Sözlükte güçlü ve üstün olmak, yenmek, saygın olmak prestij sahibi olmak gibi anlamlara gelir. Tabi bir kimsenin başkaları karşısında bedeni olarak, psikolojik olarak, ekonomik olarak ve sosyal statü açısından etkin ve saygın olmasını, baskı altına alınamaz bir konumda bulunmasını ifade eder.

İzzet kelimesinin karşıtı ise zillettir. Zillet de alçaklıktır, acizlik anlamlarına gelir. İzzet kelimesinin önemli olmasının nedeni, aynı kökten türemiş Allah’ın Esma-i HünSAVından en güzel isimlerinden bir tanesi “Aziz” ismidir. Aziz ismi Kuranı Kerim’de daha çok azap ayetleri ile birlikte zikredilir. Ve ilgi çekici bir özelliği de Allah’ın “Hâkim” hikmetli ismiyle beraber zikredilmesidir. İzzet isminde anlam olarak hem üstün kudret anlamı hem de onur, saygınlık, prestij anlamındadır. Saygınlık hem insana güç verir, prestij verir hem de prestij dediğimiz şey kendi kaynağını güçten alır. Aslında şeref ve onur bütün insan toplumlarında çok önemli üst değerlerdendir. Toplumdan topluma değişse bile bütün toplumlarda bunun üstün bir değer olduğunu görüyoruz. Hatta dilimizde bazı ifadeleri irdelersek bunun gerçekten toplumda önemli bir yere sahip olduğunu görürüz. Mesela dilimizde şöyle bir ifade vardır. “insan şerefi için yaşar. İnsan onuru için yaşar.” Ya da “Allah seni aziz etsin.” deriz. Bu seni onurlu, yüce etsin demektir. “su gibi aziz olasın.” Aslında bütün bu ifadeler onurun, prestijin toplumda ki değerini gösteriyor. Kuran’a baktığımız zaman bütün izzetin, saygınlığın, onurun kaynağının Allah olduğunu söylüyor. Mesela Hz. Muhammet (SAV) tesselli sadedinde gelen bir ayeti kerimede Yunus Suresinin 65’inci ayetinde cenabı hak şöyle buyuruyor. “habibim seni mahzun etmesin, seni üzmesin.” Müşriklerin ileri geri konuşmaları çünkü izzet, güç, kudret, prestij onur bütünüyle Allah’a aittir. O çok iyi işitendir, çok iyi bilendir.

İZZET, ONUR ALLAH’A ÖZGÜDÜR

Yüce Allah şerefin kaynağıdır. O halde şerefi başka yerlerde aramayın. Eğer şerefli, onurlu olmak istiyorsanız cenabı hakkın takdir ettiği ve emrettiği değerleri üretmeye çalışın. İşte onur budur. Bir başka ayette de cenabı hak onuru müminlere ve resulüne teşbih ediyor. Mesela Münafığın suresinin 8. ayeti şöyledir: İzzet, onur Allah’a özgüdür. Ve resulüne aittir. Ve müminlere aittir. Ancak münafıklar, ikiyüzlüler, tutarsız davranış sergileyenler bunu bilmezler. İslam olmak en büyük şereftir. İslam olmak en büyük izzettir. İslam la beraber zillet olmaz. İslam öyle bir izzettir ki, öyle bir servettir ki onunla beraber fakirlik olmaz.

Bazı kavramlar vardır. Birbirlerine çok yakındır sınırları. Eğer ona dikkat etmezseniz her an ayağınız kayabilir. Onlardan biriside izzet ve kibir kelimeleridir. Bu yüzden bu ayetlerin tefsirinde genellikle müfessirler bu inceliğe dikkat çekerler. Derler ki; izzet şekil olarak kibre çok benzer. Fakat hakikatte birbirinden çok farklıdır. Çünkü izzet, insanın kendini iyi tanıması ve dünyevi bir takım maksatlar için şahsiyetini ayaklar altına almaktan korumasıdır. Kibir ise, insanın kendini tanımaması ve hak etmediği bir makamın üzerine çıkmaya çalışmasıdır. Bu yüzden aralarında çok yakın bir fark vardır. Bazı tefsirlerde Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hasan’a bir gün birisi diyor ki; “ya Hasan senin için kibirli olduğunu söylüyorlar.” Hz. Hasan, “hayır” diyor. “ben kibirli değilim. Ben izzeti nefis sahibi vakar sahibi bir insanım.” Ve ardından az önce okuduğumuz surenin 8. ayetini okuyor. Demek ki onurlu olmakla kibirli olmayı ayırt etmek gerekiyor.

Konumuzu iki grupta toplamayı düşündük. Birincisi makro ölçekte insanın onura eden kuranda ki değerler. Makro ölçek dediğimiz mahlûkat arasında insanın yüce mevkisini gösteren değerlerdir. Mesela Allah’ın kendi ruhundan insana üflemesi ve meleklerin ona secde etmesidir.

KUR’AN-I KERİM İNSANA RUH OLARAK YA DA SADECE BEDEN OLARAK HİTAP ETMEZ

İkincisi insana halifeliğin verilmesidir. İnsanı en çok onura eden değerlerden bir tanesidir. Bir takım isimlerin ve ilmin öğretilmesi. Dördüncüsü, insanın en güzel surette yaratılmasıdır. Beşincisi, mukerrem kılınmasıdır. Altıncısı, bütün mahlûkatın insanın emrine amade, insanın emrine verilmesidir. Yedincisi, insana emanetin verilmesidir. Sekizincisi olarak peygamberler göndermesi şeklinde başlıklar hazırladık.

KUR’AN’IN İNSAN ANLAYIŞI BÜTÜNCÜLDÜR

Allah’ın kendi ruhundan üflediğinden bahsediliyor. Bu iki yerde geçer. Birisi 38. surede Sat suresinde geçer. İkincisi Hicir suresinde geçer. Hicir suresinin 29. ayette cenabı hak, “ben o Âdem’i düzenlediğimde, şekillendirdiğimde ve ona ruhumdan üflediğimde siz hemen Âdem için secdeye kapanın.” Cenabı hak Hz. Âdem’e kendi ruhundan üflediği için otomotikmen Hz. Âdem mükerrem olmuştur, değerli olmuştur. Onura edilmiştir. Bazı müfessirler diyorlar ki burada yegâne varlığa izahı olan, ruhtur. Dolayısıyla insanı insan yapan bedeni değil ruhtur. Ruhu ön plana çıkartıyorlar. Fakat Kuran’ın bütününe baktığımız zaman hiçbir zaman Kuranı Kerim insana ruh olarak ya da sadece beden olarak hitap etmez. İnsanı bütüncül görür. Kuranın insan anlayışı bütüncüldür.

CENABI HAK İNSANA KENDİ RUHUNDAN ÜFLEDİĞİ İÇİN BÜTÜN İNSANLARDA DOĞAL OLARAK MÜKEMMELLEŞME ARZUSU VARDIR

Gazali bu ayetle ilgili çok ilginç yorumlar yapar. “Aslında Cenabı Hak insana kendi ruhundan üflediği için bütün insanlarda doğal olarak mükemmelleşme arzusu vardır. Rububiyet ve ulûhiyet arzusu vardır.” Firavun der ki, “ben sizin en büyük tanrınızım.” Çünkü kendisi Allah’ın o ruhundan bir nefha taşıdığı için bunu söylemiştir. Yani her insan aslında rububiyet ve ulûhiyetten bir parça vardır. Fakat her insan bunu söylemez. Firavun belki biraz cesur çıkmıştır. Dolayısıyla insanda ki bu yetkinleşme ve mükemmellik duygusu onu aynı zamanda halife olmaya da itmiştir. Bu rabbani soluk, bu üfleyiş insana insani özelliklerini kazandırmıştır. Ve diğer bütün varlıklardan ayrıcalı bir konuma getirmiştir.

CENABI HAK ASLINDA OL DER OLUVERİR

Bazı Sufiler de gerekten çok güzel yorumlar yapalar. Cenabı hakkın insanı gerçekten onura ettiğini diğer varlıklardan üstün tuttuğunu gösteren delillerden bir tanesi şudur. Cenabı hak aslında ol der oluverir. Yani yaratmak onun için bu kadar basittir. Fakat insan öyle yapmamıştır. İnsanı hem beden olarak çeşitli aşamalardan geçirmiş ve en sonunda bizzat ruhundan üflemiştir. Bu bile insanın gerçekten onura edildiğinin bir başka göstergesidir. Ayetin devamında meleklerin Âdem’e secde etme meselesi var. Buda çok önemli bir durumdur. Tabi müfessirlerin ittifakıyla kesinlikle meleklerin Âdem’e yapmış olduğu secde ubudiyet anlamı taşımaz. Bu Hz. Yusuf’a kardeşlerinin secde etmesi kabilinden bir saygıdır. Fakat müfessirler diyorlar ki Cenabı Hak Hz. Âdem’e meleklerin yaptığı secdenin üst boyutta olduğunu çok yüce bir saygı duyduklarını bizim daha iyi anlamamız için burada secde kelimesini kullanmış.

CENABI HAK BİZZAT ÂDEM DE TECELLİ ETTİĞİ İÇİN MELEKLER ÂDEM’E SECDE ETMİŞLERDİR

Necmettin Daye ünlü Sufi Müfessirinde ilginç bir yorumu var. “Aslında meleklerin Hz. Âdem’e secde etmesi Hz. Âdem’in meleklerden çok üstün olmasından değildir. Ya da Hz. Âdem’in yaratıldığı toprağın çok kaliteli olmasından değildir. Bizzat Cenabı Hak’ın Hz. Âdem’i kendi eliyle yoğurması, ruhundan üflemesi, onu kendinden bir takım rabbani sıfatlar vermesindendir.” Ve diyor ki; “Cenabı Hak kudretini göstermek için yerleri gökleri yaratmıştır, zatını izhar etmek için ise Âdem’i yaratmıştır.” Yani Cenabı Hak bizzat Âdem de tecelli ettiği için melekler Âdem’e secde etmişlerdir. Ve Allahın emrini böylece yerine getirmişlerdir. Yani melekler secde etmekle hem insanı yüceltiyorlar hem de diğer bakımdan Allah’ın emrini yerine getirmiş oluyorlar.

PEYGAMBERLER MODEL OLDUĞU İÇİN İNSANLARIN SEÇKİNLERİNDENDİR

Cenabı Hakkın insanları onura etmesinin göstergelerinden bir tanesi de peygamberler göndermesidir. Ve ilginçtir peygamberler rasgele insanlar değildir. Çünkü model olduğu için insanların seçkinlerindendir.    Mustafa’dır onlar. Hz. Muhammet (SAV) ile ilgili Tevbe Suresinin 128. ayetinde şöyle buyrulur. “Ant olsun ki sizin kendi türünüzden bir elçi gelmiştir.   Sizin sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir. O çok düşkündür sizlere. Müminlere karşıda bağrı yanıktır, şefkatli, yufka yürekli rahim çok merhametlidir. Size öyle bir resul gelmiştir ki sadece sizin cinsinizden değil o sizin en kalitelinizden, sizin en şereflinizden bir resuldür.” Cenabı Hakkın peygamberlerini bile özellikle seçmesi, en kalitelilerinden seçmesi ve onu bize model sunması bile aslında başlı başına bizim için onura eden bir değerdir. Fuat başar şöyle der; “evvelimiz toprak ahirimiz toprak aradaki zamanı çamurlaşmadan yaşayalım.”

“KEREM” İLE “ASLIDAN” BERİ ‘KEREM’ KELİMESİ

Yrd. Doç. Dr. Mustafa Işık, “Şeref” kelimesi biz Müslüman olduğumuz günden beri kullandığımız aziz, o günden beri izzetiyle yararlandığımız bir kelimeyken ne zaman ki yavaş yavaş siyasal ve ekonomik olarak saygınlığımızı kaybetmeye başlamışsak kültürel düşüşün etkisi olarak “onur” kelimesi Fransızcadan içimize girmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı bu senenin konusunu tespit ederken, bu kelimeyi kullanmasını yadırgıyorum. Bunun içinde bu konuşmamda şuanda o kelimeyi kullanmamayı onun yerine “şeref” kelimesini tercih ediyorum. Aslında biz “Kerem” ile “Aslıdan” beri kerem kelimesini, ikram kelimsini, şeref kelimesini kullanıyorduk. Mesela Kars’ın şeref duyduğu kişilerden biriside Şeref Taşlıova dersek bundan şeref mi duyarsınız yoksa onurlanır mısınız?

Konumuz hadisler. Hz. Peygamberimiz (SAV) sözlerine “hadis” diyoruz, davranışlarına “sünnet” diyoruz. Davranışlarının bize sözle anlatılmasından dolayı neticede yine hadis olmuş oluyor. Ama biz hadisçiler Allah resulü Hz. Peygamberimiz (SAV) daha peygamberlik verilmeden önceki hayatını da hadis kavramı içine sokarız. Kutlu doğum diyoruz. Ve bu geceyle ile ilgili Mehmet Akif’in bir şiiri var.

Bir kere de mamure-i dünya o zamanlar,

buhran içindeydi, bu güdende beterdi

Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta,

dişsiz mi bir insan onu kardeşleri yerdi.

Diye bir dönemi tarif ediyor. Hz. Peygamberimiz (SAV) böyle bir dönemde doğmuştur. Ama daha sonra ki bu ortam içinde yaşarken şerefli bir yolu seçmiş. O gün zayıfların, mazlumların, kimsesizlerin, haksızlığa uğrayan kimselerin haksızlığa uğratılmaması için kurulan bir derneğin şerefli üyelerinden birisi olmuştur. Erdemli İnsanların Derneği Cemiyeti... Yılar sonra Hz. Peygamberimiz (SAV) der ki, bugün kurulmuş olsaydı bu dernek yine ben o derneğin üyesi olurdum. Çünkü kendisine bu görev verilmeden de o şerefliydi, saygındı, muhteremdi.

Bir başka örnek, 35 yaşında Hz. Peygamberimiz (SAV) Kâbe hakemliği görevi veriliyor. Artık o ne derse kabul edilecektir. Kabileler arasında savaş çıkacak. Şerefli bir iş yapmak istiyorlar. Hacerul Esvet’i yerine koymak çok şerefli bir iştir. Ama insanoğlu bencildir. Biri diyor ben yapacağım, öbürü diyor ki ben yapacağım. Kavga çıkacak, kaos ortamı oluşacak. İşte o noktada işlerinden vicdanlı bir ses birini hakem tayin edelim diyorlar. Beyefendimiz hasbelkader hakem olarak ortaya çıkıyor. Hakem ne ders o kabul edilecek. Ama hakem adil, şerefli, muhterem, saygın öyle bir karar veriyor ki her kes ona razı olmak durumunda oluyor. Kendi kabilesi olan Haşimoğulları koysun demiyor. Ben koyayım demiyor. Bir tarafı tutmuyor. Öyle bir çözüm getiriyor ki herkes bu çözümden memnun kalıyor.

Bir başka örnek daha yine Hz. Peygamberimiz (SAV) peygamberliğinden önceki dönemde olmuş. Ama peygamberliğin arifesinde kendisine vahiy geliyor. Olağanüstü bir durum oluyor. Bu durum karşısında heyecanlanıyor. Ve derdini hayat ortağı hanımına açıyor. Ve hanımı Hz. Hatice “o sözler, şerefin, haysiyetin peygambere has olduğunu gösteren cümlelerdir.” der.

İnsanoğlu muhterem ve saygın kılınmış. Kuranı Kerim “biz insanı muhterem kıldık” diyor. Başparmağımızı yere koyup pergelin ayağı gibi diğer parmağımızı dolandırıyoruz. Bu hareket bizim temele Kuranı ondan sonra ki hadis ve diğer değerleri onun çevresine koyduğumuzu gösteren bir davranıştır. İşte bu manada hemen hadislere bakıyoruz. Mekke fethedilmiş. Yani başkent düşmüş. Hz. Peygamberimiz (SAV) bir yerde oturuyor. Ve bir takım insanlar onun huzuruna getiriliyor. Kimi Müslüman olmak için, kimi tanışmak için getiriliyor. Bu arada iki kişi takdim ediliyor. Birisi Ebu Sufyan’ın oğlu Halp, buda Ayiz. Ayiz, Müslüman, Ebu Sufyan Mekke’nin başkanı. Yani Halp başkanın oğlu. Statüsü çok yüksektir. Hz. Peygamberimiz (SAV) Ayiz’in Müslüman olduğunu bildiği için takdimi tanıştırmayı değiştiriyor. “Hayır, bu Ayiz buda Halp. İslam yücedir, hiçbir şey onun üstüne çıkartılamaz. Takdimde bile bir dakika önce Hz. Peygamberimiz (SAV) Müslüman olmayan birinin Müslüman takdim edilmesini kabul etmiyor. Bu izzetin ve şerefin belgesidir.

ALLAH SİZİN FİZİĞİNİZE BAKMAZ KİMYANIZA BAKAR

“Kiçi” kelimesi “ulu” kelimesinin karşıtıdır. “Ulu” ne kadar büyükse “kiçi” de o kadar küçük demektir. Kiçi kapının açıldığı kapı Ermenilerin, Rumların, Hıristiyanların mahallesi ecdat kalenin dış surlarını yaparken bile onlara açılan kapıyı özellikle küçük yapmıştır. Adına da kiçi kapı demiştir. Halada kiçi kapı diye anılır. Hz. Peygamberimiz (SAV) Allah sizin suratınıza bakmaz. Görünüşünüze bakmaz der. Malınıza zenginliğinize de bakmaz. Amelleriniz yaptıklarınıza bakar, imanınıza bakar. Ben bunu kısaca, Allah sizin fiziğinize bakmaz kimyanıza bakar diye ifade etmeye çalışıyorum.

Onun için şair, “ainesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.” demiştir. Karacoğlan yüzyıllar öncesinde “engine de deli gönül engine, şimdi rağbet güzel ile zengine.” diyor. Bunu derken mütevazı, alçak gönüllü olmayı önermiştir. Ama bir değer yargısını da söylemiştir. Oda zengine olan rağbettir. Sanki bu söz bugün söylenmiş gibi taze güzel ama biz nelere rağbet etmeliyiz? Davranışlara, yaptığımız işlere rağbet etmeliyiz. Kuranı Kerimde bu sık sık vurgulanıyor. İman edenler ve imanın gereği olan güzel şeyleri yapanlar. Yüzlerce defa bu tekrarlanıyor.

Arap deyince hepimizin aklına siyah gelir. “Zeyd” ilk Müslümanlardandır. Evleniyor ve bir çocuğu oluyor. Ama çocuk siyahtır. Sonra çocuk büyüdükçe vatandaşın arasında sözler yayılıyor. Bu çocuk acaba bu babadan mı? diye. Buna tabi ki Zeyd üzülüyor. Onun üzülmesi normalde, Hz. Peygamberimiz (SAV) de üzülüyor. Çünkü Zeyd’in şerefi, haysiyeti Hz. Peygamberimiz (SAV) ‘inde şerefi ve haysiyetidir. Çünkü Zeyd ilk günden beri aileden Ehlibeytten biridir. Ve hep Müslümanların ilk saflarındandır. Ve bunun üzerine Müdlici adında biri var. Şimdinin DNA testleri gibi adamın vücuduna bakıyor ve çocuğunun ondan olup olmadığını söyleyecek bir belge sunuyor. Zeyd ile oğlunu duvarın dibine dikiyorlar. Üzerini bir örtü ile örtüyorlar. Ama vücut açıktır. Müdlici geliyor bir inceleme yapıyor.

Ayak parmaklarına bakarak diyor ki, “bu çocuk bu babaya aittir.” Hz. Peygamberimiz (SAV) çok seviniyor. Sevinmesinin nedeni, Müslüman’ın izzeti, şerefi burada temize çıkıyor. Bu yüzden seviniyor. Ve sevincini Hz. Ayşe ile paylaşıyor. Duydun mu Ayşe, diyor Müdlüci diyor ki Usame Zeyd’in oğludur.

Tabi ki bu genç büyüyor. 18 yaşına geliyor. Daha lise çağında çocuktur. Ordu kurulmuş, orduya Genelkurmay komutanı lazım. O kadar tecrübeli insanlar var ama Hz. Peygamberimiz (SAV) Usame’yi tayin ediyor. Zeyd kölelikten gelmiş. Hz. Peygamberimiz (SAV) onu azat etmiş. Sonra evleniyor ve bir çocuğu oluyor ve o çocuk Genelkurmay komutanı oluyor. Bu şeref, toplumun bütün değer yargılarını yıkan ve yepyeni bir değer yargısı ortaya koyan bir davranıştan geliyor.

Hz. Peygamberimiz (SAV) diyor ki “bazen namazda uzun bir sure okumak isterim. Namaza başlarım sonra arka saflardan bir çocuk ağıdı gelir. Ve namazı ısa eserim.” Nedeni annenin rahatsız olmaması için. Namazı hafifletiyor. Demek ki çocuklar mescitte ağlıyor. Şuanda burada olan anneleri tebrik ediyorum.

İnsan şerefini ve haysiyetini zedeleyen davranışlar vardır. Bir tanesi gıybettir. Hz. Peygamberimiz (SAV)   diyor ki gıybet nedir biliyor musunuz? Onun doğru cevabını Allah ve resulü daha iyi bilir diyerek veriyorlar. Hz. Peygamberimiz (SAV) diyor ki gıybet bir insanın, bir kardeşinizin arkasından hoşuna gitmeyecek bir şeyi konuşmanızdır. Sahabenin biri diyor ki, ya Resulullah ya o söylediğimiz şey o kişide varsa? Varsa gıybettir. Olmasaydı zaten iftira olacaktır. Diyor. Gıybet olmasın diye başlayıp yaptığımız konuşmalar insanın şerefini ve haysiyetini arkasından konuşulan kişi açısından ve konuşan kişi açısından insanın değerini düşüren davranışlardır. Bundan kaçınmak gerekiyor.

SUÇLA SUÇLUYU AYIRMAK GEREKİYOR

Bir başka örnek, Hz. Peygamberimiz (SAV) suçluyla suçu ayırırdı. Karşında ki adama parmağını tabanca gibi uzatarak “sen” dediğin zaman adamı kaybedersin. Suçla suçluyu ayırmak gerekiyor. Çünkü onun benliğine kişiliğine, şahsına o anda hücum etmişsinizdir. Hâlbuki ona yapışmış bir şey değildir ki. Yapıyorsa var, yapmıyorsa yoktur. Hz. Peygamberimiz (SAV) doğrudan doğruya kişinin suçunu söylemez hatasını söylemezdi. Bunu hayatımıza prensip tayin edelim çünkü onun bize sunduğu bir şeref levhasıdır.

Mümin kendini rezil etmesin diyor bir defasında. Mümin kendini nasıl rezil eder diye soruyorlar. Hz. Peygamberimiz (SAV) diyor ki, “altından kalkamayacağı yüklerin altına girer kendini rezil eder şerefini, itibarını, izzetini yitirir.” Ödeyemeyeceğin borcun altına girdin, tutamayacağın sözü verdin ve bunun arkasından itibarın, şerefin, izzetin kaybı gelir. Bu yüzden vatandaş tabiri “ayağını yorganına göre uzat.”Ve ya büyük lokma yut ama büyük söz konuşma.”

Hz. Peygamberimiz (SAV) derki, “bir Müslüman annesine babasına sövmesin.” Karşımızda ki insana gösterdiğimiz saygı aslında kendimize gösterdiğimiz saygıdır. Çamurlu bir yoldan geçiyorsunuz, paçalarınızı toplarsınız, ayaklarınızı dikkatli basarsınız. Bu bir tedbirdir. Ama çamura taş atarsanız üzerimize sıçrar. Bunun için kaçınmak gerekiyor.

Hayatın parçalarından bir tanesi de şakadır. Tatlandırıyor hayatı ama bu şakanın eşek şakası olmaması gerekiyor. Bir defasında Hz. Peygamberimiz (SAV) asabıyla yolculuk yaparken mola veriyorlar. Molada uyuyorlar. Uyuyunca birinin yanında bulunan ipini alıyor saklıyor birisi şaka olsun diye. Adam uyanınca balkıyor ip yok yanında. İp yolculukta çok önemlidir. Adam korkuyor. Sonra onun korktuğunu Hz. Peygamberimiz (SAV)’e haber verilince Hz. Peygamberimiz (SAV) diyor ki, “bir Müslüman bir Müslüman’ı korkutmasın yakışmaz.”

İNSANIN SAYGIDEĞER OLMASININ ÖLÇÜLERİNİ DE YİNE HZ. PEYGAMBERİMİZ (SAV) KOYMUŞTUR

Hz. Peygamberimiz (SAV) insanın ölüsüne de dirisine de saygı gösteriyordu. Nitekim Medine de yol kenarında otururlarken asabıyla bir cenaze geçiyor. Efendimiz ayağa kalkıyor. Medineliler geçen cenazeyi tanıdıkları için, “ya Resululllah o bir Yahudi’nin cenazesidir” diyorlar. “Olsun” diyor. “İnsan değil mi?” Yani insan olmak gerçekten saygıdeğer ama insanın saygıdeğer olmasının ölçülerini de yine Hz. Peygamberimiz (SAV) koymuştur. Eyyamcı olmayın demiştir. “Herkes iyi davranıyorsa ben de iyi davranırım, kötü davranıyorlarsa bende kötü davranırım.” demeyin. Siz haksızlık edildiği zaman nefsinizi sabitleyin, “ben yinede iyilik ederim, ben yinede dürüst davranırım.” deyin. Şartlar ne olursa olsun Müslüman dürüst davranmak zorundadır. Veda hutbesi insanlığa Hz. Peygamberimiz (SAV)’in şeref levhasıdır. Geçenlerde Çanakkale Şehitlerini anma programında dinlediğim bir mısra vardı. Onu sizlerle paylaşmak istiyorum. Mehmet Akif diyor ki, “Müslüman’ın şahsiyeti, şerefi, izzeti için uruku olmasaydı eğilmezdi o başlar.” O başa çok ihtiyacımız var.

NÜFUZ KÂĞIDINDA MÜSLÜMAN YAZMAKLA İNSAN ONURLU OLMAZ  

Yrd. Doç. Dr. Ayhan Hira: Birinci hadis, Yüce Allah Müslümanların gizli kalması gereken durumlarını izleyeni rezil eder. Normalde yanımda birileri varsa bunu yapamam. Bu bir karakter tiplemesidir. İkinci hadis, kardeşinin yazılı metnine onun izni olmadan bakan kimse cehenneme bakmış gibidir. Ama hadisi şerif diyor ki cehenneme bakan gibidir. Rızaları olmaksızın bir kavmin konuşmalarını dinleyen kimsenin kulaklarına kıyamet günüde erimiş maden dökülecektir. Konumuz insanlık onuru, şeref ve haysiyettir. Onur, şeref, haysiyet kelimesinin iki tane cephesi vardır. Birincisi içe dönük olan kısım. Bu durumda onur kelimesinin yarısını sağlamış oldum. Ben kendime saygı duyan birisiyim. Geri kalan yarısı da şudur. Bu toplumda bir takım dini, sosyolojik vs. kurallar vardır. Ben bu kurallara son derece dikkatli olarak uyan bir insanım. Onur, haysiyet, şeref insan yalnız kaldığında ortaya çıkar. Bir başkası yanımdayken tam Müslüman’ım. Yalnız kaldığımda Allah vere. Nüfuz kâğıdında Müslüman yazmakla insan onurlu olmaz. Bu girişti. Şimdi aslı teknik kısma bakalım.

Başlığımız insan onuruna karşı işlenen suçlara yönelik hükümler. Bugünkü hukuk eğitimi almış insanlara İslam’ı (fıkhı) anlatabilmek için onların kullandığı terminolojiyi kullanmışız. Onların kamu hukuku, özel hukuku diye adlandırdıkları sistemi kulanmışız. Sistematik ve terminoloji ortak olunca maalesef fıkıhtan ibadetler kısmını dışarıda bırakmışız. İslam hukuku deyince sadece hukuki tasarrufları e cezaları işin içine koymuşuz.

Ceza hukuku insanın onurunu korumak için iki tane belli başlı yolu vardır. Bir tanesi sözü ya da eylemi suç sayıp cezalandırmaktır. İkincisi dış görünüşü bakımından aynı olan o söz ve davranışı hukuka uygun sayıp ona sevap vermektir. “A” şahsı “b” şahsını öl dürdü. Öldürdüğü için İslam hukukuna göre “b” şahsını idam ediyorlar. Aynı olay “a” şahsı “b” şahsını öldürdü. Öldürdüğü için onun defterine sevap yazarlar.

SİZİN İÇİN KISAVTA HAYAT VARDIR

İslam hukuku buna bir takım hükümler koyuyor. Birde bizim fıkıh usulü dediğimiz bir branş daha var. O da fıkıh dediğimiz kişinin lehine ve aleyhine olan bütün durumları bilmek diye özetlediğimiz durumdur. İslam dini kuran ve sünnet gibi temek kaynaklardan çıkarılan hükümleri ve bu hükümleri bilmeye isim olarak koyduğumuz Fıkıh’ı baştan sona bir inceleyelim. Ve bu tek tek olaylardan yola çıkarak tüme varım yöntemi ile bazı sonuçlara ulaşalım. Fıkıh usulü dediğimiz branş fıkıh’ı incelediğinde bakıyor ki bazı sözleri ve eylemleri suç saymış. Fıkıh’ın burada ki amacı, Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın. Kıyarsanız ben de size kıyarım.

İDAM CEZASININ VARLIĞININ EN ÖNEMLİ SEBEBİ İNSAN HAYATINI KORUMAKTIR

Bunun adı da kıSAV. Ayet diyor ki sizin için kıSAVta hayat vardır. Eskime âlimlerimiz şöyle demişlerdir; siz kıSAVla alında katili cezalandırmakla öldürmeyi öldürüyorsunuz. Böylece bu caydırıcılık sağlandığında insanlarında hayatı garanti altına alınmış bulunuyor. İslam dininde hac cezaları diye bir ceza türü var. Dünyevi otoriteniz, gücünüz, statünüz her ne olursa olsun bu cezalara müdahale edemiyorsunuz. Bu Allah hakkı denen kısma giriyor. Çok sert çok ağır cezalardır ve kıyamete kadar da İslam dinin baki saydığı cezalardır. Katili şartlar yerine geldiğinde idam ederseniz diğer insanların hayatını korumuş olursunuz. O halde idam cezasının varlığının e önemli sebebi insan hayatını korumaktır. İnsanı öldürmek değildir.    Dinin temel kaynaklarına aykırı fikirleri yayan insanlara engel olacaksınız. Ve din konusunda konuşurken önce ayetlerin ve âlimlerin konuşmalarıyla başlamanız lazım. Sonra kendi fikrinizi söylemeniz lazımdır. Ama bana göre, benim anlayışıma diye konuşursanız kendinizi dine öncelemiş olursunuz.

İslam dini zina ve zina iftirası diye iki tane suç belirlemiş. Mesela birisi, ağır namusa yönelik iftiralarda bulundu. Ama aslı yok. İffetli kadınlara zina iftirası atıp ta bunu ispatlamayanlara 80 tane sopa vurun diyor. Bu sopaların acısı geçer de birde bunun şahitliğini de kabul etmeyeceksiniz. İmza yetkisini elinden alacaksınız. Sosyal boykot uygulandığında insan yaşamayı bile istemez. Allah CC insanların dünyada ve ahirette mutlu olmalarını sağlamak için dini gönderiyor. Madem mutlu olmamızı istiyor neden eğlenceyi yasaklıyor. O eğlence anlayışı Allah u Tealanın kast ettiği mutluluk değildir. Zaten o eğlencenin içinden gelenlerin sonu intihar oluyor.

AKLI OLMAYANIN DİNİ OLMAZ.

Batı ülkelerinde bazı yerlerde belli ölçülerde uyuşturucu verilir. Polislerin kontrolünde o uyuşturucuyu orada tüketirler. Sağı solu kırıp yıkmasınlar diye. Aklı olmayanın dini olmaz.

SENİN EŞİĞİNDEN İTİBAREN EVİNİN HER BİR YERİ SENİN KORUNMUŞ KALENDİR

Ya Resulullah birisi benim mal varlığıma saldırdı. Ne yapmam lazım? Hz. Peygamberimiz (SAV) diyor ki “savun.” Beni öldürürse şehit olursun ben onu öldürürsem cehenneme gider.

Eski Türk Ceza Kanununun 49. maddesinde malı savunma yoktu değişiklik yaptılar2005’te şimdi tam Fıkıh’a uygun hale geldi. Bütün hakları kapsar hale geldi. Fıkıh diyor ki senin eşiğinden itibaren evinin her bir yeri senin korunmuş kalendir. Hz. Peygamberimiz (SAV) başından geçmiş bir hikâye var. Hz. Peygamberimiz (SAV) banyo yapmış duştan çıkmış saçlarını tarıyor. Meraklının bir tanesi de camdan kafasını uzatmış Hz. Peygamberimiz (SAV)’in saçlarını taradığını görmüş. Aradan biraz zaman geçiyor. Bir topluluktalar. O kişi boş bulunuyor ve diyor ki, “ya Resulallah seni böyle yaparken gördüm.” Hz. Peygamberimiz (SAV)’in cevabı, “baktığını görseydim, o tarağın dişleri ile gözlerini çıkartırdım.” İşte İslam ceza hukuku insan onurunun korunması konusunda caydırıcı kere caydırıcı hükümler koymuştur. Bizlere düşen insan onuru kavramını önce birey olarak içte yaşamak sonra çevremize ve uzak çevremize mal edebilmektir. Yoksa ceza hukukunun kokutucu hükümleri var diye bunları yapmak yani ceza korkusuyla bunlardan uzak durmak onur değildir. 

Facebook'la Yorumla
İlk yorum yazan siz olun
Adınız Yorumunuz
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

BENZER HABERLER