Nerde Kaldı Hoşgörümüz
Dolunay Derneği Başkan Yardımcısı ve Engelliler Birim Başkanı Faruk Ocak yazdı...
29 Mart 2012 Perşembe 08:32
Hoşgörü, görünüşü, durumu, konuşması, davranışı ve değerleri doğal olarak farklı olan insanların barış içinde ve oldukları gibi yaşama hakkına sahip oldukları gerçeğini kabul etmek demektir
Ülkemiz tüm dünya milletlerin imrenerek baktığı bir coğrafyada. Topraklarımız bereketli. Çok geniş bir yelpazede yer alan türlü meyvenin, sebzenin, çiçeğin yetişmesine müsait. Dağları, denizleri, tarihi eserleri ile kuşkusuz bir dünya parkında yaşıyoruz. Yanı başımızda dünyanın en müreffeh ülkelerinin bulunduğu Avrupa kıtasında bile yılın on ayı sisli, puslu ve yağmurlu hava hâkim iken, biz on iki ayda dört mevsim görüyoruz. Hatta aynı anda hem yaz, hem bahar hem de kış yaşanıyor ülkemizde.
Sadece bugünümüz değil geçmişimiz de tertemiz, berrak. Gururla yâd edebileceğimiz, zaferlerle dolu, insanlığa mal olmuş bir tarihe sahibiz. Ebedi âlemin mutluluğuna giden yolu yüzyıllar önce atalarımız sayesinde bulmuşuz. İslam’la şereflenmişiz. Hoşgörü ve yardımlaşmanın kalıplaşmış örnekleri bizim geçmişimizden verilmiş. Misafirperverliğimiz, zayıf olanın yanında olmamız, adalet için savaşmamız örnek olmuş dünya uluslarına. Çağ kapatıp çağ açmışız. Köklü bir millet olmuş, bin yıllar süren bir devlet geleneği ortaya koymuşuz. Bütün bunların yanında “-Ne olursan ol, yine gel” felsefesini öngören Mevlana çıkmış içimizden. Fatih ilk insan hakları belgesi varsayılan fermanında, farklı dine mensup insanları koruma altına almış. Savaşlarımız bile barış getirmiş. Sadece bizden olanlara değil olmayanlara da hoşgörülü ve müsamahakâr davranmayı bilmişiz tarih boyu.
Bugün ise maalesef böylesine sağlam kökleri olan bir milleti oluşturan fertlerin birbirine karşı davranışları zulüm boyutuna ulaşmış durumda. Bunu görmek gerçekten acı verici. Bizi birbirimize bağlayan yüzlerce sebep varken küçük farklılıkları bahane ederek, içimizden bazılarını dışlamamız, hor görmemiz, küçük menfaatler için kendimizi kayırmamız ne Türklüğe ne İslam’a sığdırılabilir gibi değil. Gazete, televizyon ve internet vasıtasıyla takip ettiğim gündemden bazen öyle olaylar gözüme çarpıyor ki utanıyorum. Bu kadar peşin hükümlü, sabit fikirli ve düşüncesizce hareket etmeye hakkımız yok diye düşünüyorum.
Neden? Evet, gerçekten neden birbirimize karşı bu kadar acımasızız? Hiç mi merhamet yok içimizde? Neden kendimizi her şeyin üzerinde görüyor ve dünya bizim etrafımızda dönüyormuş gibi davranıyoruz? Bu cesareti kimden alıyoruz? Yoksa yaptığımız her davranışın biri tarafından izlendiğini de mi düşünemez haldeyiz? Hırs bu kadar mı yüreğimize çökmüş? Neden yüzlerimiz asık? Bırakın selamlaşmayı, hal hatır sorup hemhal olmayı, neden sadece ama sadece bir tebessümü bile esirger olduk birbirimizden? Oysa bizim peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.)“Mü’minin mü’mine tebessümü sadakadır buyuruyor ”Yaşadığımız sıkıntılar hiç mi yaşanmadı başka yüreklerde? Yoksa tek derdi olan biz miyiz etrafımızda? Hiç kimsenin derdi yok ta bir tek biz dertliyiz sanıyoruz diye mi bu buyuz? Çirkin yüzümüzü, asık suratımızı, içimizdeki kötü adamı ne kadar da rahat gösterebiliyoruz, menfaatlerimiz gerçekleşmediğinde.
Sıradan vatandaştan, devletin en üst kademelerindeki insanlara kadar hepimiz bir infial içindeyiz. Onur, gurur ve haysiyetle yapmamız gereken hayat mücadelesinde zaman zaman belden aşağı vurmaktan kendimizi alamıyoruz. Bazen bırakın tanımadığımız insanları, hemşerilerimizi, komşularımızı; çoluk çocuğumuzu bile gözümüz görmüyor. Çok basit sebeplerden dolayı kırıyoruz en yakınlarımızı. Rahatımıza kıyamıyoruz ama insanlara kıyıyoruz. Oysa bizim atalarımız komşusu aç iken tok yatmazlardı. Yardıma ihtiyacı olana koşarlardı. Biz birbirimizin yüzüne bile bakmıyoruz çoğu kez. Bindiğimiz dolmuşun şoförü, gazetemizi aldığımız büfeci, çayımızı getiren çaycı, kapı komşumuz, aynı servisi paylaştığımız iş arkadaşımız bizim için bir yabancıdan öteye geçemiyor.“Günaydın…”, “Kolay gelsin…”,“Hayırlı işler…” demek zor geliyor.
Anlamıyorum, bu hale nasıl geldik. Ancak anladığım bir şey var. Bize yakışmayan bu elbiseyi en kısa sürede çıkarıp atmalıyız üzerimizden. Kişisel menfaatleri bir yana bırakıp hepimiz için yaşamalıyız. Yüzümüz dostlarımızı gördüğünde gülmeli. Konuşmalı, iletişim kurmalıyız birbirimizle. Hoşgörülü olmalıyız. Kabımızdan çıkmalı “birlikte” yaşadığımızın farkına varmalıyız. Birlik olmalıyız. Bunun ilk ve temel şartı da birbirimizi sevmekten ve hayatı paylaştığımız insanlara saygı duymaktan geçiyor.