Öztürkkan'a Cevap
Kars'ta gündem yaratan "Çarlık Rusyası Yönetiminde Kars Vilayeti" kitabının yazarı Candan Badem, Yıldırım Öztürkkan'ın eleştirilerine cevap verdi.
05 Ağustos 2010 / 15:56
“Sadece destanlarla tarih yazmak mümkün mü?” diyen Candan Badem bakın neler yazdı :
Kars tarihi ile ilgilenenlerin yakından tanıdığı Karslı fotoğraf sanatçısı ve araştırmacı yazar Sayın Yıldırım Öztürkkan, Çarlık Rusyası Yönetiminde Kars Vilayeti adlı kitabım hakkındaki yazısında “Olmadı Candan Badem” demiş. Bkz. https://www.gazetekars.com/news_detail.php?id=1490. Kuşkusuz kitabımı kısmen veya tamamen beğenmeyebilir, saygıyla karşılıyorum. Her kitap gibi benim kitabımda da hatalar ve eksikler bulunabilir ve ben bunları bana gösterenlere şükran duyarım. Ayrıca bazı yorumlarımı da bazıları yanlış bulabilir. Bunlar gayet doğaldır ve tartışmayı zenginleştiren unsurlardır. Bu sayede kitabın yeni basımlarında hatalarımı düzeltme veya belki de bakış açımı genişletme imkanım olur. Ancak bilimsel eleştiride kural önce yazarın eserinden yazarın sözlerini değiştirmeden aynen aktarıp sayfa numarasına referans vermek ve daha sonra bu sözleri değerlendirmektir. Sayın Öztürkkan ise yedi kez “Candan Badem der ki” diyerek bazı sözleri bana atfetmekte ancak bu sözlerin kitabımın hangi sayfasında geçtiğini hiçbir yerde belirtmemektedir. (Bu arada bütün yazı boyunca “der ki” ifadesindeki ki'ler bitişik yazılmış, oysa bağlaç olan ki ayrı yazılır). Sayın Öztürkkan'ın bana aitmiş gibi gösterdiği sözlerin birçoğu kendi yorumu ve bana ait değil. Ayrıca ben kitabımda açıkça belirttiğim gibi sadece 1878-1914 yılları arasındaki dönemi yazdım, 1915 ve sonrası dönem kitabımda yer almıyor. (O dönemi ayrıca yazacağım). Sayın Öztürkkan ise 1915 ve sonrası döneme ilişkin bazı olaylara atıfta bulunarak “bunları niye yazmıyor” diyor. Ne diyebilirim, kendisine kitabımı biraz daha dikkatli okumasını tavsiye ederim. Şimdi Öztürkkan'ın iddialarını teker teker gözden geçirelim.
1) Öztürkkan'a göre ben demişim ki: “Ruslar Kars'ı işgal ettikleri dönemde camilere yardım yapmış dini vecibelerini yerine getirmek için vatandaşı sıkmamış bütün camiler açık”. Bu cümle kısmen doğru, kısmen yanlış. Rusların halkın dini vecibelerini yerine getirmelerine karışmadığı doğrudur ve bunu söyleyen yalnızca ben değilim, döneme ilişkin anılarını yazan Yasin Haşimoğlu da öyle söylüyor. Öztürkkan ekliyor: “Ama verdiği istatistikler öyle söylemediği gibi mevcut camilerin sistemli bir şekilde kapandığını görmek istemez herhalde”. İyi de ben kitabımda “bütün camiler açık” demiyorum, tersine şöyle yazıyorum: “Kars'ın Müslüman nüfusunun büyük çoğunluğu göç edip gittiği için şehirdeki camilerin çoğu kapanmıştı, sadece ikisi açık kalmıştı”. (sf. 245). Nitekim verdiğim Rus istatistikleri de hangi camilerin açık olduğunu, hangisinin askeri katedrale çevrildiğini, kışla veya depo yapıldığını gösteriyor. (sf. 166). Öztürkkan Rusların Evliya Camii'ni tavlaya çevirdiğini niye yazmadığımı da soruyor. El cevap: O olay benim yazdığım dönemde (1878-1914) değildir, daha sonra, savaş sırasında olmuştur. Kitabımın devamını yazdığım zaman bu konuya da değineceğim.
2) Öztürkkan'a göre ben demişim ki: “1879'da ahaliyi göçe zorlarlar, göçen şahıslara her ne hikmetse mülklerinin parasını öderler”. Bu cümle külliyen yanlış. Ben Rusların ahaliyi göçe zorladığını yazmıyorum. Benim çarlık resmi belgelerinden gördüğüm kadarıyla Müslüman ahali göçe zorlanmamıştır. Ancak bu konuda kesin hüküm vermek mümkün değildir ve resmi belgeler yaşanmış gerçekliği tam olarak veremez. Maalesef göç edenlerin anıları bizlere ulaşmamıştır. Osmanlı arşivinde bulabildiğim belgelerde Kars Ardahan muhacirleri Anadolu'da iskan edildikleri yerlerde perişan olduklarından dolayı şikayet etmektedirler, ancak Rusların kendilerini zorla göç ettirdiğinden söz etmemektedirler. İkincisi ben Rusların göç edenlere “mülklerinin” parasını ödediklerini de yazmıyorum. Benim yazdığım Rusların göç edenlere ellerindeki tapu ve koçan belgeleri üzerinde yazılı bedeli bir miktar fazlasıyla ödedikleridir. Ancak bu tapu ve koçanlarda geçen araziler “mülk” değildir, miri arazidir, yani devlet malıdır. Dolayısıyla Ruslar da sadece halkın bu belgeleri almak için ödedikleri parayı ödemişlerdir. Halkın sahip olduğu evler ve ev arsaları ise mülk sayıldığı için satmalarına izin verilmiştir. Ayrıca taşınır bütün mallarını satmalarına veya yanlarında götürmelerine izin verilmiştir.
3) Öztürkkan'a göre ben demişim ki: “Çalıştırdıkları işçilere para veriliyor”. (Ne demekse? Benim böyle ifadesi bozuk, yarım yamalak cümleler kurmam mümkün değil). Öztürkkan ardından Rusların Türkleri yollarda, tabyalarda, şoselerde vb zorla çalıştırdıklarını yazıyor ve Âşık Sezai'nin bir destanını aktarıyor. “Bu şiir para verilmediğinin belgesidir” diyor. Değerli hemşerim yine birkaç şeyi birbirine karıştırmış. Birincisi ben Rusların halktan belli sayıda erkeği çeşitli yıllarda yol angaryasında çalıştırdığını açık bir şekilde yazdım ve ayrıntılı istatistikleri de verdim (sf. 206-207). Angarya bir vergidir ve ahali yılda belli sayıda gün çalışarak bu vergiyi ödemiştir. Adı üstünde angarya olduğu için, angaryaya gidenlere para verilmemiştir. O zaman sorun nedir? Ben nerede angaryacılara para verildiğini yazmışım? Öztürkkan angarya kelimesinin anlamını bilmiyor mu? Ayrıca angaryayı Ruslar icat etmemiştir, Ruslardan önce Osmanlılar da halkı angaryaya koşmuşlardır. Ancak şu farkla ki Ruslar Kars vilayetindeki angaryanın halka maliyetini kuruşu kuruşuna hesaplamışlar ve kayda geçirmişlerdir, Osmanlıda ise böyle bir kayıt yoktur.
Öte yandan Ruslar sadece stabilize yolları angarya usulüyle yaptırmışlardır. Şose yolları ve tabya, köprü, devlet binası vb inşaatı ise müteahhitlere ihale ile yaptırılmıştır ve tabii ki müteahhit işçiye ücret ödemek zorundadır. Benim Rus arşivlerinden bulduğum belgelere göre Tiflis-Gümrü-Kars demiryolu inşaatında çalışan Osmanlı tebaasından işçilere müteahhit ücret ödemediği zaman Osmanlı elçiliği devreye girmiş Rus devleti de işçilerin muhatabı müteahhit olmakla birlikte işçilerin ücretini ödemiştir (sf. 235-237).
4) Öztürkkan'a göre ben Vezin köyüne “Vezir köyü” demişim. Oysa bu ifade bana ait değil, ben kitapta baştan sona köye Vezin köy derken sadece bir yerde Yunan yazar Samoulidis'in köyün eskiden “Vezir köyü” olarak bilindiği şeklindeki sözünü aktardım (sf. 75). Doğrusu Vezin midir Vezir midir, bilmiyorum, çok da önemli bir konu değil. Öztürkkan 1579'da III. Murad tarafından zeamet olarak Vaizoğlu ailesine verildiğini söylüyor, belgesi varsa göstersin.
5) Öztürkkan Duhobor kelimesini Doukhobor şeklinde yazmayı yanlış bulmamı yanlış buluyor ve “Koozma Tarasoff” diye bir Duhobor yazarın adını İngilizce bir ifadede “Doukhobor” şeklinde yazmasını örnek gösteriyor. Evet, ben Rusça kelimelerin İngilizcede veya başka Batı dillerindeki gibi yazılmasını doğru bulmuyorum, bu dillere bakmaksızın bizim doğrudan Rusçada yazıldığı gibi yazmamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Batı dillerinde örneğin ı harfi yoktur. Dolayısıyla onlar ı harfi yerine y harfini kullanırlar, örneğin Lısenko yerine Lysenko yazarlar. Oysa bizim dilimizde ı harfi var ve Lısenko diye yazmalıyız. Yine Batı dilleri u sesini ve harfini çoğu zaman oo veya ou harfleriyle yazarlar, ş ve ç harflerini de sh ve ch diye yazarlar. Oysa Rusçada olduğu gibi Türkçede de u, ş ve ç sesleri tek bir harfle yazılır. Batılılar Rusçadaki genizsel h harfini de kh ile yazarlar. (Burada biraz haklılar çünkü bu h sesi bizdeki h'den farklıdır). Dolayısıyla Duhobor yerine Doukhobor yazarlar. Ancak bizim körü körüne Batı'yı taklit etmemiz gerekmiyor, aklın ve mantığın dediğini yapmamız, yani kendi ulusal çevriyazı kurallarımızı uygulamamız gerekiyor. Biz Rusların tek bir u harfiyle yazdığı sesi Batılılar gibi ou diye yazmak zorunda değiliz. Ruslarla ilişkilerimizde Batılıları aracı olarak kullanmamız gerekmiyor, doğrudan iletişim kurabilmeliyiz. Hatta ve hatta Rusların kendileri örneğin bu örnekteki Kuzma Tarasov'un kendisi öyle yazsa bile biz Türkler öyle yazmak zorunda değiliz. Çünkü Ruslar da adlarını ve Rusça kelimeleri Latin hafleri ile yazacakları zaman İngilizcenin mantığı ile düşünürler. Onlar için Latin harfleri demek İngilizce demektir. Oysa bizim alfabemiz Latin olmakla birlikte bize özgüdür. İngiliz alfabesi değildir.
Öztürkkan ayrıca benim 15'e yakın profesörü beğenmediğimi yazarak “profesörlük markette satıldığı için beğenmeyebilir” diye benimle alay ediyor. Değerli hemşerim kusura bakmasın ama tarih doktorası da markette satılmıyor. Bilim camiasında esas bilimsel ünvan doktordur, doçentlik ve profesörlük daha çok idari birer ünvandır. Bilimsel tartışmada kıdem yoktur, birinci sınıf tarih öğrencisi de tarih profesörünü (bilimsel üslupta olmak kaydıyla) eleştirebilir. Profesör ünvanı taşımak hiç kimseye bilimsel tartışmada dokunulmazlık vermez. (Profesörlüğün saygınlığına halel getirmiyorum, sadece bilimsel tartışmadaki eşitlikten söz ediyorum).
6) Öztürkkan'a göre ben demişim ki: “Malakanlar Rusyadan başka yere gitmemişler”. Sonra da soruyor: Nasıl oluyor da Amerika kıtasında değişik eyaletlerde bulunmaktadırlar? Ben nerede öyle demişim? 1962'de ABD'ye değil, Rusya'ya gittiklerini yazdım ama Rusya'dan başka yere gitmediklerini yazmadım. Buradan o anlam çıkmaz. Ben kitabımda “Duhoborların ABD ve Kanada'ya göçü” başlığı altında Duhoborlar ve Malakanların ABD'ye göçüne değiniyorum (sf. 124). 1890'ların sonlarında Kars'tan ABD'ye göç edenler esas olarak Duhoborlar olmakla birlikte aralarında Malakanlar da vardı. Benim oradaki hatam bir kısım Malakanların da Duhoborlar ile birlikte göç ettiğini net bir şekilde yazmamış fakat ima etmiş olmamdır. Fakat her halükarda Malakanların Rusya'dan başka yere gitmedikleri anlamına gelecek bir cümlem yoktur.
7) Öztürkkan'a göre ben demişim ki: “Kars'ın ızgara plan'ından başka neyi var”. Yine bir çarpıtma ile karşı karşıyayız. Ben nerede böyle demişim? Benim cümlem şöyle: “Bugünkü Kars'ın başlıca turistik ürünü olan ızgara planı geniş caddeler ve Baltık mimarisi Kırzıoğlu'nun gözüne hoş gelmemiştir.” (sf. 230). Bu cümleden Öztürkkan'ın çıkardığı anlam çıkar mı? Takdirini okura bırakıyorum.
Öztürkkan ardından şöyle yazıyor: “Ordinaryüs Prof Zeki Velidi Togan 1964 yılında Kars Kalesi’nden şehre doğru baktığında şu ifadeyi kullanır: “Sanat düşmanı Rus idaresi 1890 yılında şehri saran 220 burçluk dış surları sökerek Osmanlının Han, Hamam, dükkan ve Camilerini sökmüşlerdir. Bin yıllık Selçuklu ve Osmanlı kentini 40 yıllık kara günlerde mahvederek şehrin dokusunu bozmuşlardır”.
Öncelikle şunu belirteyim: Ordinaryüs profesör ünvanı da kimseye bilimsel dokunulmazlık vermez. Şeyhin kerameti kendinden menkul deyişi tarikatlar dünyası için geçerlidir, bilim dünyasında herkes her iddiasını ispatla mükelleftir. Dolayısıyla Ord. Prof. Togan, Rus idaresinin 1890 yılında şehrin Osmanlı ve Selçuklu eserlerini yıktığını söylüyorsa kanıtlarını, belgelerini sunmalıdır. Ben Rus idaresi yıkmıştır veya yıkmamıştır demiyorum, çünkü benim baktığım belgelerde buna dair bir işaret olmasa da kesin bir yargıya varmak güçtür, bunun için daha fazla araştırmaya ihtiyaç var. Ancak kanıtsız, dayanaksız bir şekilde, salt iman gücüyle ve sadece destanlarla da tarih yazılamaz.
Öztürkkan Rusların zafer anıtı üzerindeki figürleri neden yazmadığımı soruyor. Ben o figürleri görmedim, iyi bilmiyorum. İstanbul'daki askeri müzede olduğu söyleniyor, araştırıp öyle yazmak istiyorum. Ancak 1910 yılındaki açılışa Çar 2. Nikolay gelmemiştir.
Son olarak Öztürkkan “Bir insan birisini eleştirirken, en az onun seviyesinde olması lazım değil mi?” diye sormuş. Seviyeden anladığımız nedir ve kim belirliyor? Profesörleri eleştirebilmek için benim de profesör olmam mı gerekiyor? Benim Kırzıoğlu veya başka bir tarihçi ile hiçbir kişisel husumetim veya davam yoktur, ben herkesi sadece yazdığı esere göre ve bilimsel ölçütlerle değerlendirmeye çalışıyorum. Ama bir noktada Öztürkkan'a hak veriyorum: Keşke bu Kars kitabını Kırzıoğlu sağ iken yazsaymışım. Keşke tarih doktorası yapmaya 15 yıl önceden başlasaymışım. Keşke Kars'ın yerel tarihini bilen yaşlılarımızın sözlerini, seslerini kaydetmeye 20 yıl öncesinden başlasaymışım... Ruslar zamanını bilen hemşerilerimizin çoğu aramızdan ayrıldı ve maalesef çoğunun sözleri kayda geçirilmedi. Bu açıdan kaybımız büyüktür.