Ülkücüler Filmi büyük ilgi gördü
Kars Ülkü Ocakları İl Teşkilatının Düzenlemiş Olduğu “Ülkücüler Filmi”; “‘Onlar İlk Defa Konuşuyor’ ülkücüler” sloganıyla, Halk Eğitim Merkezi Çok Amaçlı Salon’unda gösterime girdi.
16 Mart 2013 Cumartesi 11:56

Ülkü Ocakları Kars İl Başkanı Tolga Adıgüzel, ocak yönetimi, MHP Teşkilatı, partililer ve vatandaşların yoğun ilgi gösterdiği film, büyük beğeni topladı.
Ocak Başkanı Tolga Adıgüzel, “Bugün burada yaşanmış bir destanı ve o destanın başkahramanlarını göreceyiz... Bu kahramanlar bizlerden önce yola çıkanlar ve bizlerden önce menzile varanlardır. Kimileri hayatlarının en güzel dönemini zindanlarda tükettiler, kimileri kahpe bir kurşunla o çok sevdikleri vatan toprağına kanlarını akıttılar, kimileride idam sehpasına yürüdüler… Kormak mı, yılmak mı, pes etmek mi asla…” dedi.
Adıgüzel konuşmasını şöyle sürdürdü:
Hayatlarını davaları için sebil ettiler... Tarihteki isimsiz kahramanları temsil ettiler... İnançlarına bağlı, Turan illerine sevdalıydılar... “Türkiye” denince kalpleri bir başka çarpardı... Yüreklerinde hep vatan ve bayrak aşkı vardı... Türk’e muhabbeti İslam’a hürmet bildiler... Gönül mimarlarının rahlesinde gerçek aşkı buldular... Ve her zaman “Ülkü denen nazlı gelin”e sadık kaldılar...
Taş medreselerin Yusuf yüzlü mazlumları hayatlarının baharında “Eylül’ü” yaşadılar... Fırtınalı yılların toz-duman ortamında bu idealist gençlerden bir kısmı, şehâdet güllerinin derildiği bahçelerde dünya misafirliğini tamamladılar... Delikanlı çağında Hakk’a yürüdüler...
Ve tarih 4 Ocak 1968… damarlarındaki o asil kanın en hızlı aktığı bir zamanda, Ankara Siye Yurdu’nda kahpe ellerin sıktığı kahpe kurşunlara hedef olan ilk şehidimiz İlahiyat Fakültesi öğrencisi Ruhi Kılıçkıran’ı unutmak mümkün mü?
12 Eylül 1969 yılında henüz bir lise öğrencisi iken şehit edilen Mustafa Bilgi’yi unutmak mümkün mü?
8 Haziran 1970’de şehit olduğunda günlerdir aç olduğu anlaşılan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğrencisi Yusuf İmamoğlu’nu unutmak mümkün mü?
Kara Mürsel, Kara üzüm gözlü Mürsel… 19 Eylül 1979 Malatya Ülkü Ocağı Derneği başkanlarından Mürsel Karataş’ı unutmak mümkün mü?
21 Mart 1970’te, mahsur kalan arkadaşlarına ekmek götürmek isterken hainlerin kurşunlarına hedef olan Ankara Üniversitesi Ziraat fakültesi öğrencisi Süleyman Özmen’i unutmak mümkün mü?
Ya da 23 Kasım 1970’te, ciğerlerine hava basılıp üç gün süreyle işkence yapıldıktan sonra kaldığı yurdun üçüncü katından atılarak şehit edilen Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu öğrencisi Zileli Ertuğrul Dursun Önkuzu’yu unutmak mümkün mü?
27 Mayıs 1980 Gümrük ve Tekel Bakanımız, büyük dava adamı, dik duruş timsali şehit Gün Sazak’ı unutmak mümkün mü?
Velican Oduncu’yu, Bingöl Belediye Başkanımız Hikmet Tekin’i, Hamido lakaplı Malatya Belediye Başkanımız Hamit Fendoğlu’nu, İstanbul İl Başkanımız Recep Haşatlı’yı, Ortadoğu Gazetesi başyazarı İlhan Darendelioğlu’nu, sendikacı Ayşe Çetinkaya’yı, ses sanatçımız Mürüvvet Kekilli’yi, biri 1 yaşında Mehmet Kürşat Fendoğlu diğeri 2,5 yaşında Melih Bozkurt Fendoğlu iki oğlu ile beraber şehit olan Hanife Fendoğlu’nu, İstanbul Gaziosmanpaşa MHP ilçe kadın kolları başkanımız Fahriye Altınok’u unutmak mümkün mü?
Karslı Ülkücü şehitlerimizden Selahattin Ateşoğlu’nu, İsmet Yılmazel’i, Nuri Bağış’ı, Aydın Başbozkurt’u, Ali Hüseyin Yıldırım’ı, Sabri Savaş Aykurt’u, Celal Civan’ı, Nevruz Koç’u, Hüseyin Cahit Aküzüm’ü, Coşkun Erdağı’yı, Fevzi Nuri Aydın’ı, Salim Dursunoğlu’nu, Muhipbi Işık’ı, Sezgin Asyalı’yı, Seyfettin Günay’ı… unutmak mümkün mü?
Ve onlar düğüne gider gibi darağacına giden; Mustafa Pehlivanoğlu, Cevdet Karakaş, İsmet Şahin, Fikri Arıkan, Cengiz Baktemur, Ali Bülent Orkan, Ahmet Kerse, Selçuk Duracık ve Halil Esendağ… sizleri unutmak mümkün mü? Ne mümkün. Kahrolalım unutursak sizleri, unutmak tükenmektir, unutmak ihanettir, unutmak yok olmaktır.
Onlar, nefretin kucağına oturmayıp, muhabbetin ocağını tüttürdüler... Ergenekon’dan yola çıkan “Oğuz nesli” olarak Mekke’nin tevhit nurunda yıkandılar... Gece vakti batmayan güneşi, secdede buldular... Kimi zaman Yunus, kimi zaman Yavuz oldular...
Onlar; Fıtratlarının ve meşreplerinin gereğini yerine getirip, “Yüce dileğe doğru” yola çıktılar... “Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz” diyerek hedefe doğru vakur adımlarla yürüdüler...
Onlar; Vatan sevgisi imandandır diye buyuran İki Cihan Serveri’nin mukaddes davasının karasevdalısıydılar...
Onlar, “Vatanımın ha ekmeğini yemişim, ha uğrunda kurşun” diyerek; vatana can, bayrağa kan veren muzdarip bahtiyarlardı...
Onlar, vatanda gurbeti yaşarken bile milletin derdiyle Mecnun oldular... Telli duvaklı bir sevgilinin değil, “Bir Güzel Ülkü”nün peşinden gittiler, tarihe yeni kahramanlar armağan edip, hüzünle umudu birlikte çivilediler gözlerimize...
Onlar, Miras kalmış bir asaletin emriyle; gâhi kızılcık, gâhi keder, gâhi sabır, gâhi ecel şerbeti içtiler de, bir dem olsun kan tükürmediler...”
Onlar; Efendimizin “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” hadisini kendilerine emir telakki ettikleri için zulme ve haksızlığa rıza göstermediler... “Mazlumlara karşı izzetli ve merhametli, zalimlere karşı da onurlu ve kuvvetli” oldular...
Onlar; Onların lügâtlarinda köşe dönmek, şaibeli ihale almak, gemicikler almak, rüşvet almak, haraç almak, vebâl almak yoktu; gönül almak, dua almak, şan ve şeref almak vardı... Onların, gayri meşrû edinilmiş malları, haram üzerine binâ edilmiş mülkleri ve alınteri değmemiş bol sıfırlı banka hesapları yoktu, ama dünya nizâmını tesis etmek gibi bir ülküleri, Turan denen mukaddes mefkûreleri ve Türk Milleti’ni “Ufukların Efendisi” yapacak Kızılelmaları vardı...
Onlar Türk-İslam dâvâsı için taş oldular, gözlerde yaş oldular, çileyle gardaş oldular, ama alçaklarla asla yoldaş olmadılar...
Onlar; yiğitliklerinin bedelini canlarıyla ödeyip, kendi tarihlerini kanlarıyla yazan, bir kaç damla gözyaşına okyanusları sığdıran, “Yiğit bir kere ölür, korkak bin kere” diyerek ölümle dost olmuş gönül erleriydiler...
Onlar, çelik bilekliydiler, çatal yürekliydiler, mertlik sembolüydüler, gani gönüllüydüler...
Onlar; sonbaharın mecalsiz bıraktığı mihrican vurgunu yemiş yapraklar misali sararıp solmadılar, baharı yaşarken inancını bir kuvvet iksiri gibi ruhuna doldurup, ülkenin de bu inanç iklimini soluklamasını istedikleri için gök ekinken solduruldular...
Onlar; “...Bir ekmeği bölüşen, bir battaniyeyi, bir endişeyi, bir ümidi paylaşan, ölümle hayat arasındaki ince çizgide hayatla veya ölümle cilveleşen...” yiğitlerdi...
Onlar; kahramanlık türküleriyle ve mehter marşlarıyla coştuğumuz, Kerkük’te Ata Hayrullah, Azerbaycan’da Şehriyâr, Kırım da Mustafa Cemiloğlu, Doğu Türkistan’da Osman Batur olduğumuz, kimi zaman Çin sarayını basan Kürşad’la, kimi zaman Ötüken’deki yiğitler yiğidi Oğuz Han’la, kimi zaman Malazgirt Meydanı’nda Alparslan’la, kimi zaman İstanbul önlerinde Fatih Sultan Mehmet’le, Sina Çölü’nde Yavuz Sultan Selim’le, Mohaç’ta Kanuni Sultan Süleyman’la, Bağdat’ta Genç Osman’la, Tuna boylarında akıncı beyleriyle, Sarıkamış’ta Enver Paşay’la, Kocatepe’de Mustafa Kemal Atatürk’le, Tabutluklarda Başbuğ Alparslan Türkeş’le özdeşleştiğimiz ve Türk tarihini ruhumuzda yeniden yaşattığımız serdengeçtilerdi...
Onlar; mevsimlik idealist, sentetik milliyetçi, seyyar kıbleli dindar ve fason dava adamı olmadılar...
Onlar; fikir, şuur ve hareket birlikteliğinin idrakini yaşarken, önce “adam” sonra “dava adamı” olan, ne adamlığını ne de davasını kaybetmeyen Eylül darbesi yemiş destan kahramanlarıydı...
Onlar; resmi bir paragrafta nesne olmaktansa, sivil bir cümlede özne olmayı tercih eden, inandıkları yolda dimdik yürüyen, kırılmayı göze alan, fakat hiç bir zaman eğilmeyen, bükülmeyen yiğitlik abideleriydi...
Onlar, Ülkücüydüler…
Onlar, Bizim Çocuklardı... Ocaklıydılar. Bu mübarek Ocağa yıllarca göğüsleri ile ateş, gözleriyle su taşıdılar.
Türk Dünyasının Bilge Lideri Sayın Dr. Devlet Bahçeli beyin ifadesiyle…
Unutacak mıyız bu “ülkü abideleri”ni hafızamızdan çıkaracak mıyız? Unutursak Allah affetmez, kul bağışlamaz. Beddualar, kahırlar yakamızı bırakmaz. Bugün yolumuz tehlikelerle dolu olsa da sorumluluğumuz büyük, görevimiz ağır, üzerimizdeki vebal çok fazladır.
Tüm şehitlerimiz Türklüğün kutlu tarihine kurt bakışlarıyla geçtiler.
Şimdi vatan topraklarına emanetler. Allah hepsinden bin kere razı olsun. Ruhları şad, mekânları cennet olsun…