Gazetekars

Yayla zamanı Kars

Araştırmacı Yazar Taner Kızıltaş’ın ‘Yayla zamanı Kars’ yazısı:

18 Mayıs 2016 Çarşamba 12:13

Yayla zamanı Kars

Anadolu’nun geçmişinde yaylacılık kültürü yoktur, bu kültür Türklerin Anadolu’ya gelmesiyle başlamış bir olgudur. Yaylacılığı Anadolu’ya Türkler kültürel değerlerinden biri olarak taşımıştır ve bu kültür eksilmeden, teknolojik gelişmelerle uyumlu bir şekilde devam etmektedir. Yaylacılık, göç edip gelmiş olduğumuz topraklarda (Kafkasya) geçmişten günümüze kadar yaşamış/yaşatılan bir toplumsal uygulama, ritüel ve şölen olarak Somut Olmayan Kültürel Mirasımız içerisinde yer almaktadır.

Yaylacılık; ilimizde köylerde yaşayan ve genel olarak çiftçilikle ve hayvancılıkla uğraşan, bunu kendilerine meslek edinmiş ve geçimlerini bu minvalde sağlayan insanlar tarafından yılın belirli bir süresinde hayvanlarıyla beraber, otlakların bol olduğu yerlere göçtür. Bu süre o yılın hava şartlarına göre uzar veya kısalır. Havalar yağışlı ise yaylanın otu ve suyu boldur; bu durum yaylada kalma süresini uzatan önemli bir etkendir, verimli senede yaylada 2-3 ay süreyle de kalınabilir. Yaylada kalınan süre içerisinde kuraklık varsa meralarda ot olmayacağından dolayı köye dönüş bir ay sonra bile olabilir. Kısaca yaylada kalma süresini o yılın iklimsel faktörleri belirler diyebiliriz.

Ekin köyde

Hayvan yaylada

Yetişir.

Burada insanların esas gayeleri, çeşitli olmakla beraber yerleşik yaşama geçmiş insanların kendilerine ait veya sadece üzerini kiraladıkları tarım arazilerini, genel olarak Nisan ayında ekim işlemlerini tamamlanmış ve ekinler büyümeden veya ekinler bir karış iken ekili arazilerini hayvanlardan korumak olarak önümüze çıkmakta ve köy yerlerinde bulunan meraların hayvanlar için yeterli beslenmeyi sağlamayacağı düşünülmekte ki bu doğrudur ayrıca yaylaya (yaylak) çıkan köyler ve bu köylerde yaşayan insanlar önlerinde gelecek olan soğuk kış günlerinde hayatlarını idame ettirecek ve sofralarına koyacak oldukları besinlerini (yağ, peynir) yaylalarda hayvanlarından elde ettikleri sütlerden oluşturarak evlerine getiririler ve tüm kış boyu bu doğal besinleri yiyerek beslenirler.

Bunların yanında yaylacılık, çok eski yıllardan günümüze kadar devam eden bir gelenek olmakla beraber çoğunlukla kısa mesafelerde (10-15 km) insanların mevsimsel hareketi sağladıkları bir toplumsal olaydır.

Yaylaya çıkacak olan köylerde, arazilerini sürüp eken köylüler hep birlikte (köy muhtarı, ihtiyar meclisi ile köyün ileri gelenleri köy büyükleri) hangi gün, hangi saat (genelde sabah erken, seher vakti) hareket edeceklerinin kararını alırlar, alınan karar köy halkına duyurulur, köy halkı hazırlığını yapar (çamaşırlar yıkanır, kıyafetler hazırlanır, yataklar ve yorganlar hazırlanır) ve kararlaştırılan gün yaylaya çıkış başlar.

Tüm köy halkında ayrı ama büyük bir heyecan vardır, en güzel ve temiz kıyafetler giyinilir. Sabahın erken saatlerinde çıkılan bu yolculukta sabah serinliğinin yanında hayvanların sesleri insanların kulaklarında unutulmayacak bir ezgi bırakır, ruhu okşanan köylü çok ama çok mutludur.

Göç başlamıştır.

Köyde bulunan hayvanlar (büyük baş (erkek)) daha önceden çoban/lar (nakırcı) tarafından köyün yaylasına çıkarılır. Yaylaya çıkacak hayvanlar ticari olmayacaktır, her köylünün kendi kapısının hayvanı olacak ve geçimini sağlayacak sayıda hayvanı olacaktır, ticari hayvanı olanlar kendilerine, ayrı bir yaylak kiralarlar/satın alırlar veya köy heyetine yaylaya çıkma karşılığı olan ücreti öderler.

Küçükbaş hayvanlar bunların kuzuları olduklarından dolayı köy halkıyla beraber yayla yolculuğuna çıkarlar.

Teknolojik gelişmelerin olmadığı zamanlarda yaylaya öküz arabalarıyla çıkılırdı günümüzde ise nadiren de olsa at arabası kullanılmakta ancak daha çok traktör ve araçlarla yaylaya çıkılmaktadır.

Yaylaya çıkışta insanlar tüm ihtiyaçlarını köylerinden götürürler, yaylada oturmak, dinlenmek ve uyumak için kullanacakları eşyalarına değin. Bir önceki dönemde yayladan gelirken oturmak için kullandıkları sekilerinin tahtalarını dahi köylerine getirirler, yaylalarda bulunan evlerde hiçbir eşya bırakmazlar çünkü bir daha ki döneme kadar genel olarak kimseler gelmeyecektir o evlere ve kullanılmayan evlerde bırakılan eşyalar oradan geçenlerce veya vahşi hayvanlar tarafından amaçları dışında kullanılıp tahrip edilecektir.

Yayla evleri taş yapı ve topraktan yapılmış, ilkel bir görüntü sergilemektedir. Dörtgen şeklinde ya tek kiriş ya da çift kiriş üzerine yuvarlama ve mertek bazı yerlerde ise Sal taş ile örtülüdür. Oturulan evde genelde tahtadan seki yapılmaktadır bazen taş ve toprak karışımı Seki de bulunur. Sekilerde keçe ve genelde evlerde dokunmuş kilim örtüleri sergi olarak kullanılır.

Yayla evi eklentileri genellikle ortak isimlerle anılır. “Kom” koyun kuzu barınağı, “Danalık” dana kuzu karışımı, “Ağıl” koyun veya büyük baş hayvan barınağıdır. Bu eklentiler hayvancılık ekonomisinin ihtiyaçlarına göre yapılmıştır. Oturulan evin yanında ekmek pişirmede ve peynir kaynatmada kullanılan tandırlık bulunur, genel olarak oturulan evin yarısı kadardır.

Tandırlıkta ocak ile baca arasında ki yere “Puharı” denilir ve yayla soğuk olursa aynı zamanda genellikle buraya soba kurulur. Bunların yanı sıra evlerin pencereleri yoktur bacaları vardır ve bacalar imkânlar dâhilinde cam ile veya naylonla kaplanır.

Yaylaya çıkış bir şölen olarak algılanmakla beraber herkes mutlu güleç yüzlü ve bereket dualarını Allah’tan dileyerek gidilen yer olmakla beraber gidilecek güzergâh üzerinde bulunan köylerle kurulan bir iletişimin yeridir ve bu iletişim kendini kültürel etkileşime ve bunun yanında akrabalıkların doğmasına bırakacaktır kimi zaman.

Serin yayla havasının hâkim olduğu akşamlarda yaylada bulunan kızlar yaylada bulunan bir ağılda bir araya gelirler ve nanay ismini verdikleri türkülerini söyler ve eğlenirler bunu duyan komşu yaylanın kızları kayıtsız kalmaz onlar da başlarlar nanaya ve karşılıklı deyişirler. Etrafına yaylanın kurulduğu göl suyu o sesleri çeker ve bir yayladan diğerine ılgıt ılgıt getirir.

Yaylalar genel olarak yüksek, meralarının bereketli olduğu, yağışı daha iyi alan, serin, göl kenarında ve kaynak sularının bol olduğu yerlerde kurulur, bir vadi bir dağ sırtı gibi yerlerde ve bu durum âşıklık geleneğinin şu an ülkemizde merkezi olan Kars ilinde âşık deyiş ve türkülerine şu şekilde yansımıştır;

Yayla yaylağımdır

Kışta otağım

Yazda seyran gâhım

Bu dağlar benim..

Yaklaşık fazlası var eksiği olmamak üzere bir ay kalınır, elektriğin olmadığı geçmiş zamanlarda yağlıklarla gecelerin aydınlandığı günümüzde lüks (löküz) aletleriyle aydınlanan yaylalarda.

Bu kısa geceler gençlerin kaynaşması konuşması ve sosyalleşmesi açısından önemli bunun yanında doğayı ve doğanın kendilerine sunmuş olduğu tüm yiyecekleri çok iyi tanıma fırsatı verir. Gecelerin, her ne kadar teknolojik gelişmelerin verdiği ölçüde ve büyüklükle ayın ve yıldızların aydınlattığı ve parladığı bu gecelerde hikâyeler anlatılır, maniler ve deyişler ve türküler söylenerek geçirilir ve eşsiz doğa manzaraları izlenir. Bu bize köylerimizde yaşayan insanlarımızın nasıl sağlıklı ve uzun yaşadığını öğretir.

Facebook'la Yorumla
İlk yorum yazan siz olun
Adınız Yorumunuz
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

BENZER HABERLER