Bayrağı Destanlaştıran Mısralarla Gezinti
İbrahim ÇAPAN'ın kaleminden...
06 Ekim 2016 Perşembe 16:21
“ Ben Türk’üm, Türk esir olmaz.
Ben Türk’üm, Türk bayraksız olmaz.
Ben Türk’üm, Türk devletsiz olmaz..
Ben Türk’üm, Türk ezânsız olmaz.
Ben Türk’üm, Türk hürriyetsiz olmaz. “
Muhsin YAZICIOĞLU
Türk Dil Kurumu’nun “ Türkçe Sözlük “ ünde bayrak : “ Bir milletin, belli bir topluluğun veya bir kuruluşun simgesi olarak kullanılan, renk ve biçimle özelleştirilmiş, genellikle dikdörtgen biçiminde kumaş. “ anlamını karşılar.
D.Mehmet Doğan’ın, “ Büyük Türkçe Sözlük “ ünde : “ Bir milletin, topluluğun, devletin, askerî birliğin veya kuruluşun işâreti veya alâmeti mahiyetinde olan, bir mızrak ya da gönderin ucuna asılan kumaş parçası veya tuğ, râyet. “ olarak tanımlanır bayrak.
Uzun ve titiz bir çalışmanın mahsulü olan “ Asırlar Boyu Tarihî Seyrî İçinde Misalli Büyük Sözlük “ İlhan Ayverdi imzasını taşıyor. Bu sözlükte ise “ bayrak “ şu karşılığı bulmuştur : “ ( Eski Türk. ‘ batrak ‘ ucuna bir ipek parçası takılan mızrak [ > batır – ak ] > bardak > bayrak ) Kelime; Farsçaya, Arapçaya, Kafkas ve Balkan dillerine de geçmiştir. Üzerinde bir millet topluluk veya kuruluşu temsil eden belirli resim, renk ve semboller bulunan, dikdörtgen biçimindeki kumaş ve kâğıt. “
Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu’nun 25 Ocak 1985 Tarih ve 85/9034 Nolu “Türk Bayrağı Tüzüğü “ kararının 4. Maddesinde bayrağın boyutları belirlenmiştir. Tüzüğün 26. Maddesinde :
“ Türk bayrağı; yırtık, sökük, yamalı, delik, kirli, soluk, buruşuk veya lâyık olduğu manevî değeri zedeleyecek herhangi bir şekilde kullanılamaz.
Resmî yemin törenleri dışında her ne maksatla olursa olsun; masalara, kürsülere örtü olarak serilemez. Oturulan ya da ayakla basılan yerlere konulamaz; elbise veya üniforma olarak giyilemez, eşya üzerine bayrağın şekli yapılamaz.
Hiçbir siyasî parti, teşekkül, dernek, vakıf ve tüzükte belirtilecek kamu kurum ve kuruluşları dışında kalan kurum ve kuruluşun amblem, flama, sembol ve benzerlerinin ön veya arka yüzünde esas veya fon teşkil edecek şekilde kullanılamaz.
Türk bayrağına sözle, yazı ve hakaretle veya herhangi bir şekilde hakaret edilemez, saygısızlıkta bulunulamaz.
Bayrak yırtılamaz, yakılamaz, yere atılamaz, gerekli özen gösterilmeden kullanılamaz. “
“ Bayrak “ kelimesi, yanına isteklice yanaşan ve yakışan kelimelerle kol kola girerek deyimleşmiştir aynı zamanda : “ Bayrak uğruna ölmek, bayrağı elinden gitmek, bayrağına kavuşmak, bayrak açmak, bayrak altına almak, bayrak altına çağrılmak, bayrak askeri, bayrak çekmek, bayrağını dikmek, bayrak gibi, bayrak kaldırmak, bayrak takımı, bayrak yarışı, bayrak altında tutmak, bayrağı indirmek, bayrağı yarıya çekmek, eli bayraklı… “
Kainatta var olan bütün kavram nesnelerin birer isimleri vardır. Bu isimler, kendilerine verilen kavram ve nesnelerle bütünleşmişlerdir. Dolayısıyla her kelimenin kendine has; bir ruhu, bir rengi, bir kimliği, bir tadı vardır hiç şüphesiz. Bu özellikler bazı kelimeleri daha da özelleştirmektedir.
Hislerimizi ve fikirlerimizi ifâde ederken nasıl ki “ nesnellik “ ve “ öznellik “lere yöneliyorsak, bazı kelimelerin de kendilerine mahsus “ nesnellik “ leri ağır basar. Bunun sebebi de “ aitlik “ bildirmelerinden kaynaklanır. Daha da ileri giderek söyleyebiliriz ki “ruh ikizliği “ özelliğine sahiptir. “ vatan “, “ toprak “, “ bayrak “, “ Anadolu “ gibi. Dilimizde, “ Türk “ çe ifâde edersek şiirleşen kelimelerden birisi de bedenine; “ ay “ , “ yıldız “ ve “ kırmızı “ dan başka bir şey kabul etmeyen “ bayrak “ tır.
Türk bayrağındaki “ hilâl “, “ yıldız “, ve “ kırmızı “ nın sembolik manası için pek çok teori ileri sürülmüştür.
Bayrağımızdaki “ hilâl “ İslâmiyeti, “ yıldız “ Türklüğü, “ kırmızı “ zemin ise şehit kanlarıyla sulanmış olan vatanı temsil etmektedir.
Bir görüşe göre de Türk bayrağındaki “ hilâl “ İslâmiyeti, “ yıldız “ ise Türklüğü temsil eder. “ Kırmızı “ renk ise toprağa karışan kanı temsil etmektedir.
Bir başka görüş : “ Ay ve yıldız “ Orta Asya’dan gelen “ Türklüğü “, “ kırmızı “ zemin ise “ vatan “ı temsil etmektedir.
Bir başka görüşe göre de : “ hilâl “ Allah ( c. c. )’ ı, “ yıldız “ Hz. Muhammed (s.a..v. )’i remz eder.
Toprağın en verimlisi akıldır. Bayrağın tohumu önce akla ekilir. Sevdasına karşılık bulur gönüllerde bayrak. Aşıktır mavi gözlü gökyüzü, kırmızı yanaklı bayrağa. Sakınır her şeyden ve herkesten. Gönderde buluşurlar randevusuz. Mavi gözlü gökyüzü, sakınırken her şeyden ve herkesten kırmızı yanaklı maşukunu; kıskanmaz yalnızca rüzgârdan. Dalgalanmalıdır o. Süt kokulu Türkçeyle anlatmalarına izin verir mavi gözlü gökyüzü, aşklarını anlatmaları için şairlere. Şahit olarak da gösterir edebiyat tarihçilerini.
Türk Edebiyatı’nda bazı şairler “ bayrak “ ile öylesine bütünleşmişlerdir ki “ bayrak “ ve “ şair “ garındaş olmuşlardır adeta. Millî bayramlarda, miting alanlarında kol kola yürürler bu iki garındaşlar. Tabii ki bu şairlerimizi yücelten ve alkışlatan “ bayrak “ tır.
Türk milletinin millî marşı : “ Allah ( c. c. ) bu millete bir daha ‘ İstiklâl Marşı ‘ yazdırmasın . “ Mehmet Âkif Ersoy’un, ruhunun ve aklının imzasını taşıyan “ Âsım’ın Nesli “ ne miras olarak bıraktığı “ İstiklâl Marşı “ dır. İlk iki dörtlük, Osman Zeki Üngör’ün notalarıyla kulaklarımıza, gönüllerimize, akıllarımıza ev sahipliği yapmıştır, yapmaya da devam edecektir :
“ Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl !
Kahraman ırkıma bir gül ! Ne bu şiddet, bu celâl ?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl…
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl ! “
Milletimizin ruh çeşmesidir, “ İstiklâl Marşı “
Millî şairimiz “ Çanakkale şehitleri “ni destanlaştırırken şöyle der :
“ Yaralanmış tertemiz alnından uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna Yarâb ! Ne güneşler batıyor ! “
Hilâle zevâl gelmesin diye, hilâlin muhafızları“ Âsım’ın Nesli “ daima nöbette.
“ Git Bahar “ derken,; sanki baharı, bayrağa elçi gönderir Halide Nusret Zorluna.
O, edebiyatımızın çocuk dostudur…
O, edebiyatımızın Nene Hatun ruhlu kalemidir…
O, Erzurum kızıdır…
“…………………………
Erzurum’un kışı zordur balam,
tandırında tezek yakar Erzurum.
buz tutar yiğitlerin bıyığı
ve geceleyin karlı ovalarda
kaskatı katılaşmış, donmuş görürsün karanlığı “ ( Nazım Hikmet Ran )
O, Kars Kalesi’nde dalgalanan bayraktır…
O, Sarıkamışlı anasıdır. Onun en büyük eseridir hemşehrimiz Emine Işınsu.
O, tandır başında ısıttığı elleriyle Allahuekber Dağları’nın saçlarını ısıtandır.
O, baştan başa Kars’tır…
O, baştan başa Sarıkamış’tır…
O, baştan başa Türk’ün Anadolu yürekli anasıdır.
“ Bayrak Merasiminde “ neler hisseder, neler hissettirir Halide Nusret Zorlutuna :
“ Hazır ol ! “ Emri… Selâm… Sonra yürekler çarpar,
Genç göğüsler kabarır, ruhları kaplar da bahar.
Şafak üstünde gülerken güzelim “ nazlı hilâl “
Yükselir bir heyecan dalgası… Yüzler al al.
“ Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak. “
Her çocuk koca bir arslan, “ O benimdir ! “ derken,
Ona can vermeğe hazır bir işâret etsen,
Her yürek aşkına tutkundur ezelden ebede;
Şu küçük yavru, bu genç kız, o beyaz saçlı dede.
Onun aşkıyla erir kalpleri örten kara yas;
O kızıl gül dedemizden , atamızdan miras.
Ona gül rengini vermiş dökülen kanlarımız;
Sönmesin, ey yüce Tanrım, budur ancak varımız. “
Mithat Cemal Kutay’ın kaleminden dökülen bir şiirinin sadece iki mısrası adeta sloganlaşmıştır :
“ Bayrakları, bayrak yapan üstündeki kandır,
Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır. “
Arif Nihat Asya’nın kaleminde, her daim rüzgâr bekler bayrağımız. Dalgalansın gönderde dosta, düşmana inat :
“ Şehitler tepesi boş değil,
Biri var, bekliyor…
Ve bir göğüs nefes almak için
Rüzgâr bekliyor.
……………………….
Şehitler tepesi boş değil,
Toprağını kahramanlar bekliyor…
Ve bir bayrak dalgalanmak için
Rüzgâr bekliyor. “
“ Telgrafın tellerine baykuşlar kondu…
Yâr üstüne, yâr seveni kurşunlamalı. “
“ Yâr “ i bayraktı. Yâr üstüne, yâr sevmedi Arif Nihat Asya. İnandı ve yürüdü. Yanına mavi göklerin kızıl süsünü alarak :
“ Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü…
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
Işık ışık, dalga dalga bayrağım
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım. “
İnsan aç kalır. Doyurur bir müddet sonra karnını kuru ekmek ve soğanla. Bulamasa ekmeğin yanına katık, su koşar imdadına. İnsan susuz kalır. Terbiye etmek için nefsini. İnsan, çıplaklığını örtmek için ille de İngiliz kumaşına, Hint ipeğine ihtiyaç duymaz. Gündüz giyer, akşam yıkar yakasız gömleğini. İnsan bir sevgisiz bir de vatansız yaşayamaz. Vatansızlık, insanın hürriyetine konulan ipotektir. Kökleri ve dalları vatan topraklarından beslenen Arif Nihat Asya’nın “ Olamam “ dediğine kulak verelim :
“ Konaksız, saraysız;
Evsiz, yuvasız, köysüz
Kalabilirim…
Sevdiklerim gidebilir
Sevenlerim ihânet edebilir
Her şeysiz kalabilirim, her şeysiz olabilirim
Bayraksız olamam,
Bayraksız olamam. “
İnsan, kara sevdalı olursa vatan toprağına, sevgisini eker verimli Anadolu toprağına. Ekilen sevgiye, aşkıyla cevap verir toprak ana. Sevdası vatandır Arif Nihat Asya’nın. Sevdasını destanlaştırır bayrakla.
“ Bana bayrak biçilmiş
Dedem, al atlastan;
Yüce bir bayrak ki
Al, destan destan ! “
İdealizm atına binen önemli süvarilerden biridir Arif Nihat Asya. Her daim Türk bayrağını her yere dikmek isteyen cihangirlik ideali vardır.
“ ……………………………
Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim;
Yeryüzünde yer beğen
Nereye dikilmek istersen
Söyle, seni oraya dikeyim. “
“ Alp “ tir, “ Eren “ dir, “ Alp – Eren “ dir. Arif Nihat Asya. Türk Edebiyatı tarihçileri ve araştırmacıları onu, “ Türkçü – Milliyetçi “ sanatkârlar kategorisi içinde değerlendirirler. Bindiği idealizm atı onu “ Türkçü – Turancı “ bir çizgiye ulaştırmıştır. Bunlarla da sınırlı kalmadı; Anadolucu, muhafazakâr ve dindâr bir çizgiye ulaştı. Bayrak şairi din şairi oldu. Din kavramı Mehmet Âkif Ersoy’da olduğu gibi onun da şiirlerinde yer buldu. Osmanlı medeniyetini Yahya Kemal Beyatlı’dan devraldı Arif Nihat Asya. Mevlevîlikle münasebeti; din, tasavvuf, hikmet ve rindlik kaleminin yâreni oldu.
“ Biz kısık sesleriz; minâreleri
Seni ezânsız bırakma Allah’ım !
……………………………………………….
Bizi sen sevgisiz, susuz, havasız
Ve vatansız bırakma, Allah’ım !
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu
Müslümansız bırakma Allah’ım ! “
Arif Nihat Asya, samimi bir müslümandı…
Arif Nihat Asya, milliyetçiydi…
Arif Nihat Asya, ülkücüydü…
Arif Nihat Asya, antikomünistti…
Arif Nihat Asya, “ Kendi Gök Kubbemiz “ dir bizim.
Mirasyedi değiliz biz. Olmamız da mümkün değil. Ata babalarımızın bırakmış olduğu miraslar ise mukaddes birer emânettir bize. Hisler mısralaştıktan sonra, şairden mirastır artık. Cumhuriyet ruhlu şairimiz Halim Yağcıoğlu’ nun bıraktığı mirasa paha biçilir mi hiç ?
“ Türkiye’m, Türkiye’m ana toprak,
Şehit kanlarıyla yıkanmış,
Düşman ateşiyle yanmış,
Atalar mirası bayrak ! “
Paha biçilmez, kanla yıkanan mısralara.
Işıklar sönmüştü. Aydınlığa gömmüştü karanlığı. Dost olmuştu geceyle. Gecenin yâreni hilâl ve yıldızla kucaklaşmıştı Veysel Baba. Yıldızları isimleştirmişti sazın ve sözün ustası. Kiminin adını “ vatan “ , kiminin adını “ ülke “, kiminin adını “ el “ koymuştu. Gözünün nurunu toprağa taşıyandır Kızılırmak’ın çocuğu.
“ Vatan bizim, ülke bizim, el bizim,
Emin ol ki her çalınan kol bizim,
Ayyıldızlı bayrak bizim, mal bizim,
Söyle Veysel öğünerek, överek. “
Gözünün nuru, gözümüzün nurudur Sivas’ın mert delikanlısı.
Ressamlığını şairliğiyle; şairliğini ressamlığıyla bütünleştiren Bedri rahmi Eyüboğlu der ki :
“ Kirazın derisinin altında kiraz
Narın içinde nar
Benim yüreğimde boylu boyunca
Memleketim var.
…………………………………………………..
Şairim,
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası
Ayak seslerinden tanırım.
Ne zaman bir köy türküsü duysam
Şairliğimden utanırım.
Şairim,
Şiirin gerçeğini köy türkülerinde bulmuşum
Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim
Onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm. “
Utanma koca şair. Türküler, Türk’ü söyler. Türküler vatan söyler. Türküler memleket söyler. Türküler bayrak söyler. Iğdır’dan; İsmail Başaran’dan, Suat Işık tarafından derlenen türkünün sözleri rahatlatsın seni Bedri Rahmi Eyüboğlu.
“ Esker olup vetene hizmet ederem men,
Çağrılmadan ekser olup gederem men,
Gederem gurbet ele, yâr sana gurban.
Gurban olum vatana, vatanın bayrağına,
Onu candan severem, gurban olum ayına.
Ayın yıldızına onu candan severem.
Goy dolanım başına pervâne dek
Salma meni çöllere divâne dek.
Gurban olum vatana, vatanın bayrağına,
Onu candan severem, gurban olum ayına.
Ayın yıldızına onu candan severem.
Başına döndüğüm Gars’ın ceylanı,
Men olmuşam o gözlerin hayranı
Gurban olum vatana, vatanın bayrağına,
Onu candan severem, gurban olum ayına.
Ayın yıldızına onu candan severem. “
Kalemini, fırçasıyla renklendiren usta, şairliğinle övünme vakti.
Ölümü, güzelleştirir bayrak altında “ Fahriye Abla “nın şairi Ahmet Muhip Dıranas.
“ …………………………………………………..
Ne toprağa gömülmektir,
Ne ruhun uçması tenden !...
Ölüm, ölüm, gülerken
Bayrak altında ölmektir. “
O, uyarmıştı önceden destursuz bağa girilemeyeceğini. Uyarılamayan kulakları, uyarmak istedi tekrar. Aldı kaleme “ Destursuz Bağa Girenler “ i. Sonra “ Bu Vatan Kimin?” diye sual etti.
Yıl 1938.
Mevsim sonbahar.
Aylardan kasım.
Günlerden Perşembe.
Akrep, yelkovanı kovalayamaz olmuştur dokuzu beş geçe. Durmuştur saatler.
Dolmabahçe Sarayı, gebedir sessizliğe.
Dağlar, taşlar, ovalar, denizler geldi dile. Tabiat yas tuttu “ Ata “ sına. Selânik’te doğan güneşin batışını, İstanbul’da seyretti dünya.
Tabiat yas tutar da şair durur mu hiç ? Anadolu’nun, vatan topraklarının en kıymetli çeyizi olan bayrağı da davet eder “ yas “ a, Orhan Şaik Gökyay. Türk’ün yasına indirilir bayraklar yarıya.
“ Dökün yaprağınızı dallarım dökün,
Akın yaslı yaslı sularım akın.
Bükün boynunuzu bayraklar bükün,
Bir alınmaz kale’m vardı yıkıldı…
Durmadan çalkalanan bir kızıl deniz,
Bir damla yaş gibi duruyor sessiz,
Vatan ufkundaki en güzel çeyiz,
En şanslı süs baktım, yarı çekildi. “
“ Bayraksızlara “ ve “ vatansızlara “; muhtaç olduğumuz kudreti, damarlarımızdaki asil kandan alarak “ bayrak “ ve “ vatan “ sevginle karşıyız ATA’M.
Türk’ü bayrakla… Türk’ü Türk “çe ile bütünleştirir Fazıl Ahmet Bahadır. Terazinin dengesi Türk; bir kefesi bayrak, bir kefesi Türkçedir. Kalemi terazidir. “ Türk’ün Duası “ nı gergefe işler gibi mısralara işler mısralarını.
“ Devlet verdin,
Töre verdin,
İl verdin.
Güzeller güzeli dil verdin.
Şimdi o güzellikle ben,
El açar isterim senden.
Devletsiz,
Töresiz,
İlsiz bırakma !...
Açlığa razıyız,
Susuzluğa da.
“ Türkçe Ses bayrağımız “
Bizi, bayraksız bırakma. “
Bu “ dua “ ya âmin demeyen yürekten şüpheden başka ne edilir. Âmin.
Ötüken Ormanı’nı Erciyes’in beyazıyla sulayan “ yeniden Kuvâ-yı Millîye “ dir Fazıl Ahmet Bahadır. Onun yüreği, onun kalemi “ Tek Kişilik Ordu “ dur.
“ Kanımızdır,
Kırmızı al yıldızı,
Beyazı namusumuz.
Namustan vazgeçilmez,
Kaldırdığın o bayrak,
‘ Bir daha yere inmez. ‘
İşte; o mavi gözlü dev, sarışın bozkurt bir kez daha haklı çıktı. “ Bir Türk, dünyaya bedeldir. “
Başı Tanrı Dağı kadar dik, yüreği Hira Dağı kadar geniş olan Erciyes’in oğlu Fazıl Ahmet Bahadır, ebedî Cumhuriyetimizin 80. yılı münasebetiyle “ Bayrak “ a nasıl seslenir.
“ Salınırken görünce
Türk mavisi göklerde,
Şehitlerin al kanı
Fışkırıp da topraktan,
Arşa değmiş sanırım.
Lacivert akşamların
Yeni doğmuş ayına
Yıldız olur yüreğim.
Milyonlarca yıldızdan
Hilâli kıskanırım. “
Türk mavisi göklerdeki hilâli, yüreği olanlar anlar. “ Bayraksız “ larla işimiz yoktur bizim.
Azerbaycan denildiğinde aklımı başımdan alır Karabağ. Karabağ ki anamın dilinden düşürmediği “ bayatı “ dır. “ Karabağ Şikestesi “ göz pınarlarımı kurutur Zeynep Hanlarova’nın nağmelerinde. Karabağ yüreklidir, Azerbaycan’ın Dede Korkut’u, Türkçenin kara sevdalısı Yavuz Bülent Bâkîler’in aziz dostu Bahtiyar Vahapzade. “ Türkçe “ ile nişanlı “ bayrak “ ile nikâhlıdır Bahtiyar Vahapzade. Azerbaycan’ın hürriyet güneşi, bağımsızlık savaşçısı Mehmet Emin Resûlzade : “ Bir kere yükselen bayrak, bir daha inmez. “ der. Ulu insanın ayak izlerini takip eder Bahtiyar Vahapzade. Ay yıldızlı bayrağın, mahzun garındaşını bakın nasıl anlatır şair. Kulak vermeyin, gönül vererek okuyun Bahtiyar Vahapzade’yi. Şiir, Nisan 1998’ de kaleme alınmıştır.
BAYRAK
“ Toprağım üstüne gölgeler salan,
Benim varlığımın cilâsı bayrak.
Zaferden doğmuş,
Köktürk’ten kalan
Kurt başlı bayrağın çocuğu bayrak.
Üç renkli bayrağın gölgesinde ben,
Karaca toprağı vatan görmüşüm.
Zafer güllerini devr-i kadimden
Bayrak ışığında biten görmüşüm.
Bayrak benliğimdir, bayrak kimliğim.
Bayrak öz yurduma öz egemenliğim.
Nerde ecdâdımın ayak izi var,
Bu zafer bayrağım oraya dikilsin.
Geçtiği yerlerde dağlar yamaçlar,
Onun huzurunda selâma dursun.
Tarihten değerli, zamandan yaşlı,
Benim bayrağıma asılan hilâl.
Dünyaya nur saçtı tarih boyunca
Mabetler başına taç olan hilâl.
Daim yükselesin ! savaş gününde,
Asker silahıyla seni denk göreyim.
Yalnız zafer kazanmış şehit önünde,
Seni alkışlamak için eğilen göreyim. “
Büyük Türk fikir adamı, ilk sosyologlarımızdan, “ Türkçülük Fikrini “ sosyolojik temeller üzerine kuran Ziya Gökalp der ki :
“ Vatan, ne Türkiye’dir Türklere Türkistan,
Vatan, müebbet bir ülkedir Turan. “
Bir Harput beyefendisi, eğitimci, şair ve yazar güzel insan “ gaggoş “ R.Mithat Yılmaz da şöyle der :
“ Türk eğer
Her güçlüğü Türk eğer
Turan kurmakta ne var
Birlik olsa Türk eğer. “
Bayrağı destanlaştıranlara ,selâm olsun…
Bayrağı destanlaştıranlara, Peygamber Efendimiz ( s.a.v. ) şefaahatçi olsun…
Bayrağı destanlaştıranlara rüzgâr, Fatiha taşıyıcısı olsun…
Bayrağı destanlaştıranlar; bayrağa dil uzatıldığında, bayrağa el atıldığında incinirler.
Bayrağı destanlaştıranlar!...
Ruhunuz, bayrağımızla birlikte gönderde dalgalandı…
Dalgalanıyor…
Dalgalanacak.